İnsanların geneli açısından cömertlik konusuna bakacak olursak; insanların çoğunun bal yapmayan arılar gibi olduklarını görürüz. Ayrıca “genel yaklaşım” demek, kendimizi o gerçeklikten soyutlamamız anlamına gelmez! Yani kimisi, “genel konuşuyorum” dendiğinde, konuşulanları üzerine almaz!
Özel yaklaşım, birebir bir kimsenin durumunu ele almak iken; genel yaklaşım, toplumun genel karakteristiğinin irdelenmesidir. Yahut da tabir-i sahihse genel yaklaşım; toplumun genel eğilimi içerisinde yer alan fertlerin özel durumlarına işaret etmektir.
Dolayısıyla genel yaklaşımda, toplumun genel durumu ne ise; fert fert her kim o özellikleri taşıyorsa, onların bu durumlarından da bahsedilmektedir.
Baştaki sözümüze dönecek olursak; “bir takım insanlar cömertlik konusunda bal yapmayan arılar gibidirler” demiştik! Bu tür kişilerin çevrelerine hiçbir faydaları dokunmaz!
“Benim, ayda yılda da olsa bazen iyilik yapacağım tutar” diyenlere cevabım; sükuttur! Zira biz, kendi maneviyatlarının ihtiyacı olarak, fıtratlarının zoraki teşvikiyle, ayda yılda iyilik yapma damarı atanlardan bahsetmiyoruz! Onları, cömertlik konusu dahilinde bahis mevzuu etmiyoruz. Cömertlik ile fıtrî ihtiyaçlarının gereği olarak; canı istedikçe insanlara faydalı olmak ayrı şeylerdir. Verme ve iyilik etme özelliği sadece mü’minlerde değil; fıtrat taşıdıkları için her insanda bulunmaktadır. İman etmeyenler bile pek çok iyi davranışlar gösterirler. Hatta bazen batıl yolda, nefsânî arzuları için o kadar çok verirler ve mal bağışlarlar ki, imanı zayıf olan bir kısım mü’minleri bile hayran bırakırlar, şaşkına çevirirler! Oysa önemli olan; Allah’ın rızası için, Allah’ın emrettiği yerlere ve Allah’ın istediği şekilde vermektir.
Sahte cömertlik konusu üzerine bazı örnekler vermek istiyoruz. Çünkü konumuzun ana mesajı bu eksen üzerine bina edilmiştir.
Hayatın içinden, somut örneklerle ve açıklamalarla konunun anlaşılmasını sağlayalım.
Mesela; arabası olup da, “bir ihtiyaç olursa beni ara, arabayla hallederiz” diyenlerin, ihtiyaçtan kasıtları, zaruri durumlardır! Yani hayat memat meselesi yahut da ciddi hastalık durumu gibi hallerdir.
Temelde bu iki durum dışında, sana göre çok önem arz eden konuları kastetmez bu kimseler! Zira onlara göre bu durumlar dışındaki ihtiyaçlar, senin ihtiyacın olduğu için; onlara göre, basit ihtiyaçlardır.
Demek isterler ki; “hastalık, cenaze gibi acil durumlar dışında bana ihtiyacın olmasın!” Oysa böylesi acil bir durum olduğunda dosttan yardım istemeye gerek yoktur! Zaten bu olaya şahit olan komşu ya da yoldan geçen bir yabancı bile şefkat ve merhametle duyarlılık göstermekte, yardıma koşmaktadır!
Bu gerçeği sanki bilmez sahte dostlar, sahte kahramanlar, sahte cömertçikler! Hayır, çok iyi bilirler! Çok da akıllıdırlar haddizatında…
Emin olun, “acil durum oldu, yabancılar yardıma koştu” deseniz bu tanıdık yabancılara. İçlerinden: “Oh, oh! İyi olmuş, bana gerek kalmamış” derler, dıştan da sanki çok önemsiyorlarmış gibi tavır takınarak: “Geçmiş olsun, hayırdır inşâallah, kötü bir durum yoktur umarım” tarzında duyarlılık göstergesi laflar ederler.
Öyle insanlar vardır ki; kendilerine ait olan tüm işler önemlidir; senin işin teferruattır! Senin acil işinden onun basit işi daha önemlidir! Bu örneklemeyle anlattığımız durumu pek çoğunuz yaşamışsınızdır maalesef! Hem de belki, en çok güvendiğiniz insanlar bile sizi pek çok olayda hayal kırıklığına uğratmıştır.
Allah, böylesi sahte dostlara bizi asla muhtaç etmesin… Hatta iyi insanlara bile muhtaç olmayalım; Rabbim bizi her türlü muhtaçlıktan muhafaza etsin, salihlere dost kılsın. İsteyen dil, açan el değil; veren el olalım.
Unutmayalım ki, yukarıda bahsettiğimiz türden kişiler, yardım etmeyi, fedakârlığı, istemeden vermeyi, dostunun hâlini sorup dertleşmeyi sevmezler! Böylelerine dertlerini açan ve onlardan borç ya da bir şeyler isteyen kardeşlerimize Rabbim yardım etsin, fazlından onları zengin kılsın.
Çok duymuşsunuzdur ve zaman zaman şahit olursunuz; kendisine durumunu arz eden kişiyi çok iyi anladıkları halde, anlamamış gibi davranırlar!! Yani semeri yüklü eşeği tırmanamayacağı yokuşa sürmek misali, konuyu iyice çetrefilli hale getirirler.
Her konuda kendisini zeki ve akıllı sanan, kendi işlerine kafası herkesten daha iyi çalışan bu kimseler; bir anda anlayışsız kesiliverirler! Neden? Çünkü, anlasalar, başkalarının ihtiyaçları karşısında sorumlu olacaklardır. Anlamamış gibi görünerek, iyilikten kaçarlar.
Ben size -öznel bir soru değil- soruyorum: Bu insanlara neden dertlerinizi açıyorsunuz? “Dertliyim diye”, demeyin; Ben de size: “onlar sizin derdinize ortak olmaya layık değiller, sizin sırdaşlığınızı ve dostluğunuzu hak etmiyorlar” derim! Çevremizde bizim bir derdimize ya da ihtiyacımıza sadece layık olanlar şahit olsun; ayaklarına dilenci bekleyenler değil!
Bazıları: “Benim dostum benden isteyebilmelidir, bana derdini açabilmelidir” derler; bu söz bâtıl, fâsid, nefsânî ve câhilce biz sözdür!! Böylelerine şunu demek lazımdır: “Sen benim dostumsan, ben niye sana ihtiyacımı açıyorum, sen bilmek zorunda değil misin?” Bilmiyorsan, sormuyorsan, önemsemiyorsan, hangi dostluktan bahsediyorsun Allah aşkına?
Senin örneğin, modelin kim? Hz. Rasûl ve Hz. Ömerler kapı kapı ihtiyaç sahibi arardı. Sen burnunun ucundaki ihtiyaç sahiplerini görmekten acizsin! Bir de o ihtiyaç sahipleriyle dost olduğunu söyleyecek kadar da gâfilsin!
Allah, ihsan sahibi olmayan, fedakârlıktan ve ferâgat duygularından mahrum kişiye öyle bir basiretsizlik verir ki; anlamaz, göremez, veremez!
Sahte cömertleri tanımaya devam ediyoruz. Bu kişiler başlıca iki kısımdır: Bir kısmı kendisinden istenilmesini bekler, bir kısmı ise istenilse de anlamamış gibi davranır!
Peygamberimiz, “istediğin zaman Allah’tan iste” buyurmuştur. İslam, insanlardan bir şey istememeyi takvâ olarak tavsiye ediyor. Takvâ sahibi ve onurlu bir mü’min asla bir şey istemez. Onların istemelerini bekleyenler kıyamete kadar bekleseler; onlar yine de istemez! Onurlu olduğu için kimseden bir şey istemeyenleri cahiller, “istemiyorlar, demek ki ihtiyaçları yok” diye zengin sanırlar. (Bkz. Bakara: 273) Fakir olduğu halde, “sırf istemiyor” diye ihtiyaçsız sanılan kimselere yardım edilmemektedir. Onları ancak cahiller, zengin sanır!
Kendisinden istenilmesini bekleyen bazı kimselerde, bir tür “istenilmeye karşı” nefsânî zevk hissi vardır!
Bunlar, ya gösteriş için verirler; ya da istek sahibinin ihtiyacını tam gidermeden az bir sadakayla başlarından savarlar! Ya da ihtiyaç sahibinin gerçek ihtiyacını gidermezler. Tüpe ihtiyacı varken makarna verirler, kömüre ihtiyacı varken yağ verirler vb…
Oysa iyilik imkân ölçüsünde en güzel şekilde yapılmalıdır. Arabamıza aldığımız kişiyi gideceği yere ulaştırmalıyız; yarı yolda indirmemeliyiz! “Sen nereye gideceksin, seni falan yerde indirsem senin için uygun mu?” dememeliyiz; o kişiyi gideceği yere kadar götürmeliyiz. Gerçek iyilik budur! Diğeri büyüklenmedir ve gösteriştir. Adamı yarı yolda indirmek iyilik değildir! “Benden bu kadar” anlayışı bâtıldır. İmkân elverdiği halde yarım iş, iyilik sayılmaz! Bir insanı yarı yolda bırakmak anlamına gelir ki; tabir-i caizse, o kimsenin ipiyle kuyuya inilmez ve hassas işlerde ona güvenilmez.
Mal ve imkân sahipleri, kendilerini Allah’ın emanet olarak verdikleri dünyalıklara “sahip” görmesinler; iyilik etmekten korkmasınlar, geri durmasınlar. Bilin ki; iyilik, ne elinize yapışır ne de bir şeyiniz eksilir! Verdiğinizi Allah için verirseniz, Allah fazlasıyla verdiklerinize karşılık halk eder.
İyilik ederken de kendinizi büyük görüp havalara girmeyiniz. Sizin elinizde ve kâinatta olan her şey Allah’ındır.
İyilik ettiğiniz kişiden üstün tarafınız yok! Üstünlük takvâ iledir. Verirken kibrinizden dolayı incitici tek bir hareket bile yapmayınız! Jest, mimik, imalı konuşma vs.
İyilik; iyiliği kabul eden ihtiyaç sahibi olmazsa gerçekleşmez. Bu nedenle sizin hayrınıza vesile olan fakirlere teşekkür edin, helâlleşin.
Fakirlerin size halini açmasını ve ayağınıza gelmesini beklemeyin; siz onların ayağına gidin. Evlerine teşrif edip ortak faaliyetlerde bulunun.
Sıla-i Rahm’siz bir sadaka ya da iyilik kördür, topaldır. Lokantada yabancılarla yemek yemek gibidir. Belki karnınız doyar ama dostluk yoktur, muhabbet yoktur!
Sadaka, on liranın sekiziyle karnımızı doyurup iki lirasını fakire vermek değildir. O fakire gidip birlikte yemek yemektir. Sadaka, sadece paramızı paylaşmak değildir; fakirlerle birlikte olmak ve sıkıntılarına şahitlik etmektir. Ya da örneğimize göre; o kimseye beş lirayı ve dostluğumuzu sunmaktır.
Verirken güzel sözlü ve güler yüzlü olmalıdır. Başa kakmamalıdır, yapılanı başkalarının yanında söyleyip eziyet etmemelidir. Güzel bir sözün; arkasından eziyet, başa kakma gelen bir sadakadan daha hayırlı olduğunu unutmamalıdır. (Bkz. Bakara: 263)
Son olarak şu önemli konuya dikkat çekmek istiyoruz: Durumu iyi olan zenginler, her nedense farklı bir psikolojiye giriyorlar. Kendilerinden istenilmesini bekliyorlar ve istiyorlar! İstenmediğinde kendilerinde sorumluluk görmüyorlar! Bu, takvâ mıdır? Allah ve Rasûlü bize “isteme” diyor; zenginler “iste” diyor! Biz takvâya uygun davranınca da zenginler, ihtiyaçsız sayıyorlar! İnsanlar arasındaki ikili ilişkilerde sıkça yaşanan bu çelişkili durumun mimarı, istemeyen midir yoksa ayağına ihtiyaç sahibi bekleyen midir?
Şahsen ben, takvâya uygun davranış şeklinin “kimseden bir şey istememek” olduğuna inanıyorum! İstememi bekleyenler, sadece beklerler!!
Ayrıca iyilik yaparken mü’min olması, akrabamız olması, komşumuz olması, salih bir insan olması gibi şartları gözetmeliyiz. Çok iyilik yapmalıyız ancak en hayırlı ve en münasip kimseleri tercih etmeliyiz. Bu konu çok önem arzettiği için, ilim ehlinden yardım almalıyız, istişare etmeliyiz.
Bir de şunu hatırlatalım; şahsen ben, pek çok kimseyi cömert ve İslamî hizmetler yönünden gayretli görmüyorum! Yani pek çoğunun cömertliklerine şahit değilim! Elbette cömertlikte ve iyilikte ölçü ben değilim. (“Ben” kelimesiyle öznel bir yargı kastedilmiyor); biz ölçü değiliz, ama ya doğru ölçüysek? Bu ihtimal de, nasihat kabilinden dikkate alınmalıdır.
Bakara: 143 ile Rabbimiz, bize diğer insanların önderliğini vermiştir. Önderlik İsrâiloğullarından alınıp, Ümmet-i Muhammed’e verilmiştir. Artık bizler, diğer insanlara önder ve örnek olduğumuza göre; ferdi ve sosyal hayatımızda kardeşliğin hukukunu gözetmeliyiz. Birbirimize hayırda öncü olmalıyız. Kıyamet gününde Yüceler Yücesi Rabbimiz, bizleri diğer insanlara da şahit tutacaktır. (Bkz. Bakara: 143) Kendisine önderlik, örneklik ve şahitlik görevleri verilen Ümmet-i Muhammed, bu İlahî lütfa layık olmalıdır.
Unutulmamalıdır ki; bu şerefli görevlerin şerefli sorumlulukları da bulunmaktadır. Takvâ sahiplerinden olmak dileğiyle.
Rabbimiz bize; parayı, malı, makamı ve dünyevî çıkarlarını bizden çok sevmeyen gerçek dostlar nasip etsin. Amin.