Günümüzde bu türden hezeyanlar maalesef ki, artmıştır. Kur’an hakkında böyle bir soruyla fikir jimnastiği olur mu, her şeyden önce! Biz, üzerimize düşeni yapalım, inkârcı kimselerin, Kur’an ve İslam hakkında, genç beyinlerin zihinlerini bulandırmalarına imkân ölçüsünde engel olalım.
Mukaddesât hilafına, söz söylemek ya da amel etmek caiz değilken, fikir yürütmek ve felsefe yapmak hiç caiz olur mu?
Akıl ve indî görüşlerle bu mesele üzerinde fikir yürütmek, birilerinin, cahilce, inançsızlığa yönelebilme riskini artırır. Her soruda art niyet aramasak da bu, bir nevi şeytanî propaganda gibidir. Şeytan memnundur yani, bu tarz tartışmalar açılmasından! Çünkü konuşanların ekserisi ilimden anlamayan ve Kur’an ilimlerine hakim olmayan yahut da en azından Arapça bile bilmeyen kimselerdir. Ayrıca durum böyleyse, Kur’an’ı nasıl eleştirebilirsiniz!
Böyle bir soru soran arkadaşın, Kur’an’ı indirildiği dil olan Arapça aslından yıllarca araştırıp kafasında ilmî, bilimsel, aklî, tecrübesel, tarihsel, sosyal, psikolojik vb. sayısız soruları olması ve bu soruların kaliteli olduğunu da, yıllarca ilim ve bilim adamlarıyla istişare etmiş, bunların makul itirazlar olduğunu da ortaya koymuş ya da en azından öyle kanaat getirmiş olması gerekmez mi? Kur’an lügatını, ıstılâhını, nahvini, sarfını, belağatını, usûlünü, sebeb-i nuzüllerini, nuzül yerlerini/zamanlarını, Peygamber tarafından yapılmış açıklamalarını, uygulamalı Sünnetini, Peygamberden sonra ashabın Kur’an üzerindeki tefsirlerini, her asırda temel İslâmî ilkeler istikametinde müctehid alimlerin Ayetleri yorumlamalarını okumadan, Müslümanların tarihini ve İslâm’ı yaşama tarzlarının müspet ve menfî yönlerini okuyup araştırıp, doğrularıyla yanlışlarını birbirinden ayırmadan Kur’an üzerinde yorum yapmak doğru mudur?
Böyle şüpheler ortaya atan kimseler Allah’tan korkmuyorlarsa bile, kullardan utanmazlar mı? Karşılıklı olarak, ilim sahibi bir Müslümanla, insanların gözleri önünde tartışırken, eline Kur’an (Mushaf) verilip, “Kur’an’ın neresinde bir tutarsızlık gördün; buyur göster” dendiği vakit, bir satırını okuyup anlayamadığı o muhteşem Kitap’tan da mı utanmayacak!
Bu Kitabın İlâhî koruma altında olduğunun delili olan, “Şüphe yok ki o Zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik. Onu koruyacak olan da elbette Biziz” * Ayeti tüm mü’minler ve aklı başında herkes için Kur’an’ın, Allah Kelamı olduğunun belgesi oluyor da, ne ilginçtir ki, sizin için bir anlam taşımıyor! Size bu Ayet söylendiğinde, “Kur’an’ı değiştiren kimse, bunu da yazmış olamaz mı” diyorsunuz! Bu kadar cahilce ve mantıksızca bir söz olabilir mi? 1400 yıl önceki el yazması nüshalarda da bu Ayetin olduğunu görecek kadar basiretiniz mi yok yoksa araştırmadığınız için, kuru sıkı atma alışkanlığı olan bir arkadaşımız mısınız? Bunu, hep yapar mısınız? İncil ve Tevratlar (dikkat edin çoğul eki kullandım), Asırlar içinde 2400 kez değiştiriliyor da, Kur’an’ın hâlâ 1400 küsur senedir asla değişmeden günümüze gelmesi hatta kıyamete kadar da asla değişmeyeceği noktasındaki iddiası karşısında, nasıl aklınız mağlup olup kalbiniz ve vicdanınız yumuşamıyor? 100 yıldan, 100’lerce yıllardan bahsetmiyoruz. Tüm dünya şeytanlarının değiştirip bozmak için yırtınmalarına rağmen, değiştirilmeyen bir Kitap’tan bahsediyoruz. Haçlı seferlerinin temel amaçlarından birisi, işgal edilen Müslüman yurtlarındaki, kütüphanelerindeki başta Kur’an ve İslâmi eserler olmak üzere İslâm mirasını yakıp, yok etmekti. Bilimsel anlamda önemli saydıkları bazı eserleri de çalmaktı. Bugün Batı’nın bilim ve teknik başarısının nedeni İslâmî eserleri çalıp tercüme ederek, onlardan yararlanmalarıdır. Bizim gücümüzün kaynağının da, Kur’an olduğunu uzun zamanların tecrübesiyle iyi bildikleri için, bizim Kur’anla bağlarımızın kopması ve kendilerine benzememiz için ellerinden geleni yaptılar, yapıyorlar.
Allah, inkârcılara, Kur’an’ı okumalarını, anlamalarını ve selim bir akılla üzerinde düşünmelerini istemektedir. Böyle yaparlarsa “el-Hakîm” (tutarlı, çelişkisiz, hikmetli) sıfatına sahip olan o Kitapta asla bir çelişki olmadığını göreceklerdir. Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olduğunun başka bir kanıtı da budur! Bırakın, dinsel, dogmatik inanışların Kur’an’a uygun olup olmadığını, -sizin anlayacağınız şekilde, misal verelim- siz, Kur’an geldiği günden bu zamana bilimsel ve teknik hiçbir buluşun, Kur’an’a aykırı olduğunu hiç gördünüz mü, duydunuz mu? Sizce, bir ateist bilim adamı İslâm’a, şeriata saldırırken, eline fırsat geçse, o en iyi bildiğini sandığı hatta kendini bilim ilâhı ilan ettiği sahalardaki yaptıkları buluşlar, Kur’an’la örtüşmeseydi, o inkarcı bilimci hiç, bir saniye durur muydu, bu konunun çığırtkanlığını yapmadan? Asırlardır yapılan icadlar ve buluşların hiç mi biri Kur’an’a aykırı olmaz! Bu gerçeği, bilim insanı olduğunu söyleyen bir takım zevat ne zaman itiraf edecek acaba? Yoksa söylemeseler de, bilim adamlarının çalışma ofislerinde ve laboratuvarlarında Kur’an tefsirleri var da siz mi bunu bilmiyorsunuz! Bu durum, kevnî kanunların da belirleyicisi olan Allah’ın apaçık bir mucizesi ve Kur’an’ın da en büyük mucize olduğunu göstermiyor mu?
“Hâlâ onlar Kur’an’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkasından gelseydi, elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı.” *
Tarih boyunca Kur’an’a nazîre yapmak isteyen pek çok edebiyatçı ve cüretkâr cahiller ortaya çıkmıştır. Her defasında da hezimete uğrayıp, rezil olmuşlardır. Bazıları iman etmişler, bazıları da felsefe yapıp küfürlerine devam etmişlerdir. Kur’an’da tahaddî Ayetleri vardır. Yani bu Ayetler, “Kur’an, Allah’ın Kitabı değildir” diyenlere meydan okuma Ayetleridir. Tabir-i caizse, “bu, iddiayla olmaz; gerçekten doğru söylüyorsunuz buyrun, onun benzeri bir Kitap yazın, (bunu yapamadınız mı, zaten yapamayacaksınız; o halde) ondaki sûrelerin benzeri on sûre yazın, getirin (bunu da mı yapamadınız, kim dedi ki yapabileceğinizi; o halde hadi) en küçük bir sûresi (kevser) kadar bir sûre yazıp getirin ve bu iddianızı ispat edin” demektir. Kur’an’ı gönderen yüce irade, bu işin asla yapılamayacağını o kadar kesinkes biliyor ki, tüm dünyaya meydan okuyor. Bugün yapamasalar da yarın yaparlar mı acaba, diye de bir endişe taşımıyor. Hâlâ mı gerçeği görüp tüyleriniz diken diken olmuyor, titreyip sarsılmıyorsunuz, kafanızda ve kalbinizde 100 şiddetinde depremler olmuyor ey kâfirler! Meydan okuma sadece insanlara da değil. Cinlere de yani şeytanlara da, aynı teklif sunuyor! Bakın, kâfirleri şaşırtıp saptıran şeytanların da bir halttan anladığı yokmuş! Onları gözünde büyütenlere duyrulur! Eğer, bu konuda başarılı olma imkân ve ihtimalleri olsaydı şu anda dünyada, insanın elinden çıkmış -hâşâ- sayısız çakma kuranlar olmaz mıydı?
Hristiyan âlemi, resmi din üzerinde anlaşmak ve pek çok meseleleri tartışmak için 2048 papazla, M.S 325 yılında İznik’te toplantı yaparak, sayıları hızla artmakta olan çok sayıdaki İncilleri azaltmak ve Hz. İsa’nın tanrı olup olmadığını tartışmak, bazı incilleri gayri resmi ilan etmek için bir araya gelmişlerdi. Bu konsilde incillerin sayısı dörde indirildi ve sadece bunlar resmi incil kabul edildi. Mesela, Barnabas incili Kur’an’a yakın mesajlar verdiği için gayri resmi ilan edildi. Görüldüğü gibi, tahrif edilmiş kitapların uydurma sayısız nüshaları bulunmaktadır. Ve muharref kitaplara inananlar bu nüsha çokluğuyla mücade etmek zorunda kalmaktadırlar. Kur’an için böyle bir durum iddia edebilecek kişi var mı? Ayrıca incillerin sayısı dörde inince, bunlar Allah’ın Kitabı mı sayılıyor? “Allah Hz. İsa’ya tek kitap verdi. Bu dört kitap da neyin nesi?” demez mi akıllı bir insan? Ayrıca bugünkü incilleri okuyan kimse görecek ki, Ayet diye söylenenlerin belki yüzde sekseni Hz. İsa’nın sözü olarak veriliyor. “Bu, Allah’ın Kitabı mı yoksa Hz. İsa’nın Hadis kitabı mı?” diye sormaz mı insan? İncil, Allah’ın vahyettiği talimatlardan oluşmaktaydı. Nerede bu Ayetler? Hristiyan din adamları Ayetleri tahrif ederken, hızlarını alamayıp tümden mi sildiler? Yerine de kafalarına göre cümleler yazdılar? Allah’ın da Kur’an’da bildirdiği gibi, Hz. İsa’ya bir kısmı “Allah’tır” demektedir. Bu insanlar Allahu A’lem, İncili tahrif edip yeniden yazan Hristiyan din adamlarıysa, Hz. İsa’yı Allah kabul ettikleri için, sözde Ayetleri de onun ağzından yazmışlardır. Bazı yerlerde Hz. İsa’ya Allah, bazı yerlerde Allah’ın oğlu demektedirler. Aynen Kur’an’ın haber verdiği gerçekleri görebiliyor musunuz? M.S 325’deki konsilin incilleri azaltmak dışında en önemli gündemleri “İsa Allah mı?” sorusu noktasında beyin jimnastiği yapmak idi biliyor, musunuz? Onlar da bir nevi “Kur’an değiştirilmiş olabilir mi” şeklinde beyin jimnastiği yapanların yaptığını yapmışlardır. Günümüze kadar da defalarca konsiller toplandı. Katoliklerin kabul ettiği konsili, Ortodokslar kabul etmez; Ortodoksların kabul ettiğini Katolikler kabul etmez! Adamların her toplantısı sorun olan ve sorun olmaya devam eden dinlerine yeni ayarlar çekmektir. Siz İslâm alimlerinin İslâm dinine ayar çekmek için gerçekleştirdiği böyle tek bir konsil bilir misiniz? Allah’a hamdolsun, Allah’ın Kitabı güneş gibi ortada ve insanların gözü önündedir; kıyamete kadar da kimse ilişemeyecek. Bunu da, kudreti sonsuz olan Allah, tâ baştan söylemiştir. Peygamberimizin Hadisleri de senedleriyle, kanıtlarıyla meydandadır.
“De ki: “Andolsun bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplansalar, birbirine yardımcı olsalar dahi, yine benzerini getiremezler.” *
“Eğer kulumuz (Muhammed)’e indirdiğimiz (Kur’an)’dan şüphe içinde iseniz, siz de onun benzerinden bir sûre getirin. Allah’tan başka şahidlerinizi de (yardımınıza) çağırın; eğer doğru söyleyen kimseler iseniz (bunu yapın). Eğer bunu yapamazsanız –ki asla yapamayacaksınız- o halde yakıtı insanlarla taşlar olan ve kâfirler için hazırlanmış o ateşten sakının.” *
“Yoksa onlar: “Onu (Kur’an’ı) kendiliğinden uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Öyle ise, eğer doğru söyleyenler iseniz, siz de onun benzeri bir sûre getirin. Hatta Allah’tan başka kimi çağırabilecekseniz çağırın!” *
“Yoksa onlar: “Onu kendisi uydurup düzüyor” mu derler? Hayır, onlar iman etmezler. Eğer doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler.” *
“Yoksa: “Onu kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Öyleyse haydi siz de onun gibi uydurma on sûre getirin. Allah’tan başka kime gücünüz yetiyorsa, onları da çağırın. Eğer doğru söyleyenler iseniz.” *
Bu kadar açık meydan okumalar karşısında tüm kâfir insanlar ve cinler Kur’an’ın bir benzerini getirmek şöyle dursun, bir sûresinin dahi benzerini getiremiyorlar ve hatta o Kur’an’ı tahrif bile etmeye güçleri yetmiyorsa; bu apaçık mucize karşısında insanlar hâlâ gerçeği görmüyorlar mı? İnsanların en iyi yaptığı şey bozmak ve bozgunculuk değil midir? Hatta vahiysiz toplumların değişmez sıfatı bozgunculuk yapmak, bozmak, yıkmak, tahrip etmek değil midir? Ee, vahyi inkâr eden bir toplum değil, tüm dünya birleşsinler en iyi anladıkları ve yaptıkları tahrifat ve tahribat işini Kur’an için gerçekleştirsin bakalım! Bunu yapmalarına imkân bile yoktur! Kelam ilminde vacip-mümkin ve muhal diye bir konu vardır. Mesela; Allah’ın oğlunun olması muhal (imkânsız)dır. Aynı bu şekilde insanların ve cinlerin Kur’an’ı tahrif etmeleri de muhal yani imkânsız olan, ihtimal dahilinde olmayan şeylerdendir. Bu durum da mı, küfür ehlini etkilemedi? Gözleriyle apaçık azabı görmedikçe inanmamak kadar akılsızlık olabilir mi? O zaman geldiğinde, pişmanlık fayda sağlamayacak ve kâfirlerin konuşmalarına bile izin verilmeyecek. Huzur-u İlâhi’de secdeye gitmek isteyecekler de, buna güç yetiremeyecekler! Dünyada gururdan, kibirden secdeye varmayan alınları ahirette de secde edemeyecek ve rüku’a gitmeyen belleri âdeta kilitlenecek de dümdüz olacak; rüku ve secde kaçkınları her ikisinden de mahrum kalacaklardır. Allah öyle âdildir ki, kâfirlerin suçlarına uygun bir ceza vermektedir. Buna “suça uygun ceza” denir. Nebe Sûresinin 26. Ayetinde: “(Amellerine) uygun bir ceza olmak üzere” buyrulur. Kâfirlerin de dünyada iken nasıl ki, kibir ve forslarından dolayı bir türlü alınları secdeye değmediyse, cezaları da ahirette secdeden mahrum olmak şeklinde olacaktır!
“Baldırın açılacağı (gerçeklerin ortaya çıkacağı, işlerin güçleşeceği) o günde onlar secde etmeye davet edilecekler de, edemeyeceklerdir. Gözleri önlerine eğilmiş, kendilerini de bir zillet kaplamış olarak. Halbuki onlar sapasağlam iken secdeye çağrılıyorlar (ama buna yanaşmıyorlar/namaz kılmıyorlar)dı.” *
Demek ki, dünyada iken, kibir ve gururlarıyla caka satan bu insanların içinde bulundukları maddi genişlikler bir imtihanmış ve kendilerinin sandığı gibi, izzet ya da şeref sebebi değilmiş onlar için. Ayette de işaret edildiği gibi, onlar zillet içinde insanlarmış.
Bir Ayetle konumuzu tamamlayalım.
“Ayetlerimizi yalanlayan her ümmetten bir topluluk haşredeceğimiz gün, onlar bir arada (toplanıncaya kadar) durdurulurlar. Nihayet geldiklerinde (Allah) der ki: “Benim Ayetlerimi -onları bir bilgiye dayanarak kavramadığınız halde- yalanladınız ha! Yoksa ne yapıyordunuz? Zulmetmeleri sebebi ile, söz (azab) aleyhlerine gerçekleşti. Artık konuşamazlar.” *
Kur’an’ı ya da Kur’an Ayetlerini bir bilgiye dayanmadan ve iyice okuyup kavramadan, bilgisizce, zalimce inkâr eden kimseler için, büyük bir tehdittir bu! Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Allah’ın azabı suçun cinsinden yani suça uygun olacağı için; dünyada Ayetleri yalanlayıp inkâr edenlerin, konuşarak İslâm’a ve Allah’a sataştıkları için, Allah adaleti gereği bu kimselere konuşma izni vermeyecek ve sözlerini dinlemeyecek! Suça uygun ceza!
İnsanlar sanmasınlar ki, yaptıkları kötülükler, zulümler, iftiralar, inkârlar, küfürler ve şirkler yanlarına kâr kalacak ve hâşâ Allah onları unutacak da yarın ortaya çıkarmayacak! Bilâkis, Allah’ın affına ve rahmetine layık olmadıkça herkesin tüm yaptıklarını, onlar önemsemeseler hatta unutsalar bile, Allah unutmayacak ve tek tek onların hesabını soracak ve karşılığında, celâl, kudret, kahr, intikam sıfatlarına uygun şekilde onlara şiddetli bir ceza verecektir. Ahirette Allah’ın rahmetine nail olacaklar ancak şirk koşmadan iman etmiş muvahhid Müslümanlar olacaktır.
Rabbim, bizi şirk koşmaktan korusun, şanına layık şekilde iman ve ibadet etmemizi kolay kılsın. Nefis, şeytan ve zalimlerin kötülüklerinden uzaklaştırıp, mahkeme-i kübrada hesabı kolaylaştırılan ve rahmete mazhar olanlardan eylesin. Henüz iman etmemiş kimselere de çeşitli vasıtalarla iman etmelerini nasip etsin. Âmin!
Bir Hristiyanla tartışan bir arkadaş, Kur’an’dan ayetler söyleyince, Kur’an’ın değiştirildiğini ama İncil’in değişmediğini söyleyen bir kişinin sözlerine karşılık olarak; tarafımızdan aşağıdaki yorum yapılmıştır…
KUR’AN; İNSANLARA UZATILMIŞ İLÂHÎ BİR İPTİR (HABLULLAH):
Bismillahirrahmanirrahim.
“Hablullah” yani “Allah’ın ipi” tabiri, Kur’an’da bir yerde geçer: Âl-i İmrân: 103.
Sahih-i Müslim’de geçen bir Hadiste Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz bu Kur’an-ı Kerim, hablullah’tır (Allah’ın ipidir).” *
Âl-i İmrân: 103. ayette gecen “Allah’ın ipi” tabiri, İbn Mes’ûd’dan gelen bir rivayette, Kur’an-ı Kerimdir. *
Bu kısa bilgilerden sonra, konuya dönelim…
Sahabe; Kur’an toplumuydu. Kur’an, onların kafalarında, kalplerinde, dillerinde ve amellerindeydi. O saadetli asrın Müslümanlarının tek derdi vardı; sadece Kur’an ve vahiy için yaşamak… Onlar bir bütün olarak Kur’an’ı öğrenmeye, anlamaya, yaşamaya ve tebliğ etmeye hayatlarını adamışlardı. Birisinin bir anlık hatırlayamayacağı bir şeyi, hatırlatacak binlerce sahabi anında hazırdı. Onlar, Arap edebiyatında, fesahatında, hitabetinde ve hıfzında bütün dönemlerin fevkinde bir konumda idiler. En zor, en edebi, en karmaşık ve uzun şiirleri dahi bir kere duyduklarında hemen ezberleyen insanlar idiler. Allah’ın ayetlerini öğrenmek için, adeta Peygamberimizin mübarek ağzına bakan, duydukları anda ezberleyen, anlamını öğrenen ve o saatten itibaren o ayetle hayatını şekillendiren, gerekirse o ayet uğruna canı da dahil her şeyini feda etmekten çekinmeyen, bir kişi değil, binlerce sahabinin bir ayeti aynı anda hatırlamadığını iddia etmek, kör bir taassuptan başka bir şey değildir? Herkes bilir ki, bir söz, her asırda azımsanmayacak bir topluluk tarafından sonraki nesillere aktarılırsa buna mütevatir (kesin) haber denir. Peki, Kur’an’ı, sayılamayacak kadar mahşeri kalabalık şeklindeki bir topluluk nakletmedi mi? O Kur’an, bir sonraki nesle aktarılırken, kar üzerinde yuvarlanan bir kartopu gibi sürekli büyüyerek, devasa bir topluluğa dönüşmedi mi? O Kur’an, ilk asırdan itibaren, kelime kelime, cümle cümle, sure sure tüm ümmetin ve insanlığın projektörlerini çevirip, gündemlerinin ilk sırasına koydukları, Müslümanların bir kelimesi uğrunda dahi binlerce canını seve seve feda ettiği, okunan, ezberlenen, öğrenilen, yaşanılan, iman edilen, tefekkür edilen ve tebliğ edilen Allah’ın Kelamı değil miydi? O Kur’an, Müslümanları, ilk andan itibaren medeni toplumlar haline getirirken, tüm dünya Kur’an’a karşı çıkarken karanlık ve cahili çağlara mahkum olmuyor muydu? Hristiyan Batı 15. yüzyıla kadar karanlık ve gerici Orta Çağ vahşetinin baş kahramanları değil miydi? O Kur’an’ın çağrısına icabet edenler, yepyeni bir hayatla, adaletle, hukukla, huzurla ve gerçek mutlulukla tanışmıyor muydu? Asırlarca -sana demagoji yapan o Hristiyan arkadaşın dindaşları- bir araya gelerek İslam ülkelerini mağlup etmek, onların Kur’anla bağlarını koparmak için, haçlı seferleri yapıp, her seferinde perişan olurken; kaçışları esnasında başta kütüphaneleri, ekinleri, evleri, bağları ve bahçeleri yakıp yıkarak, kaba kuvvetle ve şiddetle, belden aşağı vurarak, Müslümanlar karşısında acziyetlerini belgelemediler mi? On dokuzuncu yüzyıla geldiklerinde, “Müslümanları, Allah’ın Kitabı dedikleri şu Kur’an’dan uzaklaştıramazsak, onları mağlup edemeyiz” sonucuna varmadılar mı? Onların, bu söz üzerinde görüş birliğine varmaları, Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olduğunun üstü örtülü bir ifade şekli değil midir? Düşünebilen insanlar açısından, Kur’an’ın, Allah Kelamı olduğunu ispata gerek yoktur! Çünkü Kur’an, indiği asırdan bugüne kadar hep, insanların gözü önünde olmuştur ve olacaktır. Allah, insanlık için en değerli hazineyi, faydalanmaları iradesiyle, -Kur’an’a inanan veya ona düşman olanların- gözlerinin önüne koymuştur; mutlak ve kahredici gücüyle de o hazineye insanlar ya da cinlerin asla zarar vermelerine izin vermeyerek, insanları acizlik ve çaresizlik psikolojisine iterek, kendisine yönelmelerini istemiştir. Gerçek güç ve mutlak irade sahibinin ancak kendisi olduğunu göstermiştir… Kur’an hakkında, farklı bakış açılarıyla söylenecek çok şeyler vardır; ama kaçak konuşan kişilere bir şeyler anlatmak zordur. Onlara sormak lazım; asırlarca, Kur’an’a iman etmeyen, bir anlamda Kur’an’a düşman olan, dünyada milyarlarca insan her zaman olmuştur… Peki, neden bu Kitabı bozamadılar, değiştiremediler, zarar veremediler…? Hem de, Tevrat ve İncil bizzat, “Yahudiyim” ve “Hristiyanım” diyenlerin eliyle tahrifata uğrarken? Bu mübarek Kitaba, bu Kitaba düşman olanlar neden ilişemediler ve kıyamete kadar da ilişemeyecekler? Bunu Kur’an söylüyor… 14,5 asırdır Kur’an’ın bu dediği apaçık bir gerçek olarak ortaya çıkmıştır. Makul bir insan, hatta dünyadaki tüm inkârcılar, bu gerçek karşısında imana gelmiyorlarsa, yarın Allah’ın huzurunda kendilerini müdafaa edecekleri tek bir kelimeleri bile olmayacaktır! Kur’an’ın değişip değişmeyeceği hususundaki şüpheleri için, -Peygamberimiz, elçi olarak gönderildiğinde, son elçiyi kendi ırklarından bekleyen ve herkesten önce iman etmek için sabırsızlanan ama son Peygamber, Araplardan gelince, ırkçılık yapıp iman etmeyen; Peygamberimiz konusunda da kafaları karışık olan ama her defasında “bekleyin, bir savaşını daha görelim. Acele etmeyin!” diyen Yahudilerin yaptıklarını yapıp, kıyametin kopmasını mı bekleyecekler? Unutmayın, iman konusunda acele etmeyenler yani işi yokuşa sürüp kendi kendilerini bâtıl duygularla tatmin yoluna girenler iman etmediler! Bakınız, o Yahudiler hâlâ bekliyorlar. Beklemek şöyle dursun, kendi kafalarından din icad ettiler! Bu nedenle, iman etmeye yanaşmamasına rağmen, bir de gönlünü İslam’a açmış ama tam anlamıyla, Allah’ın istediği ve Peygamberimizin yaşadığı kıvamda ve istikamette İslam’a azı dişleriyle yapışırcasına tutunamamış yeni nesillerin kalplerine şüphe ekmek yerine inkârcılar, kendi hayırlı akibetleri için Kur’anla tanışsınlar. İslam’ı ve Müslümanlığı da “Müslümanım” diyenlerin yaşantıları üzerinden yargılama cehaletine düşmesinler! İslam’ı ve Kur’an’ı, vahiy hükümleriyle öğrensinler. İnsanların yaptıklarıyla değil! Allah’ın razı olacağı kimseler; Allah’ın gönderdiği Kur’an’a ve Peygamberimizin Kur’an’ı yaşarken ortaya koyduğu pak Sünnetine uyanlar olacaktır. Bunun dışında Allah, iman ettikten sonra, kendi kullarını dilerse azap eder, dilerse bağışlar…
Bir noktanın da altını çizelim. Hristiyanlar başta Kur’an olmak üzere kesinliği tartışmasız olan ayetlere ve Peygamber Sünnetlerine itibar etmezlerken, değer vermezlerken, ne ilginçtir ki, sahabiden ahad haber olarak gelmiş bir söze, bir açıklamaya yem görmüş balık çevikliğinde atlıyorlar! Oysa ahad haberlerin doğru açıklamaları Kur’an ayetleri ve sahih-mütevatir Sünnet esas alınarak anlaşılır. Her cümlenin; söylendiği ortam, muhataplar, niyet, o kimsenin durumu, maksadı vb. açılardan mutlaka bir açıklaması vardır. Az önce de dediğimiz gibi; amacı üzüm yemek olmayan kimse, bağdaki güzel üzümleri, lezzetlerini, bağın ihtişamını vb. konuşmak yerine, bağcıyla uğraşır. Bunu yapmamalıyız! Kişilerin sözleri veya yaptıkları üzerinden, vahyi bir kenara bırakıp, İslam tartışma konusu yapılamaz! O bahsedilen rivayet birkaç kişi arasında geçmiş bir hadisedir. İnsanları konuştukları her sözden dolayı yargılamak nasıl ki zulüm ise, o sahabinin de o esnada Kur’an yolundaki hizmet aşkıyla bazı duygularını ve çabalarını sesli düşünerek dile getirmesi gayet normaldir. Bu olayı, tüm sahabinin o esnada, çıkmaza girdiği şeklinde göstermeye çalışmak insafsızlık olur! En azından, sahabilerin içinde yer alan sayılamayacak kadar çok Kur’an hafızlarının varlığından habersizlik olur! Müslüman olmayanlar için bir anlamı olsun ya da olmasın, kesin bir gerçek vardır ki, o da; Allah, Kur’an’ı her zaman korumuştur ve koruyacaktır. Bu gerçek, münkirler açısından da vakıî olarak sabit bir realitedir. İtiraf etmeseler de…
Allah, iman etmeyenlere hidayet versin ve tüm Müslümanları rahmetiyle affetsin.