İslam’a girişin ve Müslüman olmanın temel şartı Kelime-i Şehâdettir.
Bu Arapça cümle; أشهد أن لا إله إلا الله و أشهد أن محمدًا عبده و رسوله
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhü ve Rasûluh” tur. Anlamı ise: “Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka hiçbir İlâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki, Hz. Muhammed O’nun Kulu ve Elçisidir.”
Bir kimse, Kelime-i Şehâdetin muhtevasına uygun akideyi iç aleminde hiçbir şüphe duymaksızın kalbiyle kabul ve tasdik edip, diliyle ikrar ederek ve ameliyle de bu inanca uygun hareket üzere bir yaşam sürerek ve Kelime-i Şehâdeti bozup iptal edecek söz, fiil, inanç, duygu ve düşüncelerden sakınarak her hususta Peygamberimizi önder kabul ederek Müslüman olmaktadır.
Kelime-i Şehâdete “Şehâdeteyn” yani “iki şehâdet” denir.
Birinci bölümde Allah’tan başka ibadete layık hiçbir ilah olmadığı ikrar edilirken; İkinci bölümde ise, Hz.Muhammed’in Allah’ın kulu ve Elçisi olduğuna şahitlik edilir.
Yani birinci Şehâdetimizde hakiki mabud’un ancak Allah olduğu, O’ndan başka ibadet edilecek varlık olmadığı ve hiçbir kimsenin yada nesnenin O’na ortak olamayacağı, denginin ve benzerinin bulunmadığı itiraf edilir. Bu itiraf ve tanıklık, kesinliği muhakkak olan bir gerçeğin ve akidenin dille açıklanmasıdır.
Kelime-i Şehâdet; Tevhid gerçeğini kalp ve kafa gözüyle görürcesine kesin ve şüphesiz bilmek ve ikrar etmektir. Bu kadar kesin bir inancı taşıyan kişinin sosyal ve ferdi hayatında bu gerçeğe aykırı bir yaşam sürmesi, şirk koşması ve Allah’a isyan edip, Peygamberimiz dışındaki insanların yaşam tarzını kendisine örnek kabul etmesi mümkün olamaz!
Kelime-i Şehâdet, İslam’ın en özlü bir ifade biçimidir. Bu Şehâdette bulunan kimse; mücmel olarak (icmâlen, topluca) İslam’ı kabul etmiş olmaktadır. Buna İcmâlî İman denir. Yani iman esaslarına ana hatlarıyla inanmak, kabul etmek ve bu konularda asla şirk koşmamak demektir. İcmâli imanı şu ifadelerle belirtebiliriz: “Ben Allah’a iman ettim, Allah’tan gelen şeylere (Kur’an’a, vahye) -Allah’ın muradına uygun şekilde- iman ettim; Ve ben Rasûlullah’ın elçiliğine inandım, Rasûlullah’tan gelenlere (Sünnetine) -Rasûlullah’ın muradına uygun olarak- inandım, iman ettim”
Arapçası:
آمَنْتُ بِاللهِ، وَبِمَا جَاءَ عَن اللهِ، عَلَى مُرَادِ اللهِ، وَآمَنْتُ بِرَسُولِ اللهِ، وَبِمَا جَاءَ عنْ رَسُولِ اللهِ، عَلَى مُرَادِ رَسُولِ اللهِ
Bu, İmam Şâfiî’nin sözüdür. *
İslam’da aslolan, Tafsili (Tahkîkî) olarak iman etmektir. Yani icmâlî imanın aksine inanç esaslarını tafsilatlı olarak bilmektir.
Kısa bir tarif getirmek gerekirse; Peygamberimizin tebliğ ettiği zaruriyyât-ı diniyeyi tafsîlen ve zaruriyyâtın gayrısını icmâlen tasdik etmekten ibarettir. Tavsiye edilen bu iman şekli; Dini bütün hakikatleriyle bilip kabul etmek ve gereğiyle amel etmektir. Ancak insanların tamamının akıl, zeka, ilim, fehm, dirayet, tecrübe yada imkânlar açısından eşit olmadığı bir gerçektir! Bu nedenle icmâ ile icmâlî iman sahihtir ve geçerlidir. Fakat sözün burasında şu noktaya dikkat çekelim; inanç esaslarına topluca inanan bir kimse, iman esaslarının detaylarını bilmiyorsa da, o akideye aykırı inanç da taşımaz ve şirki gerektirici bir söz, amel ve düşünceden de mutlaka uzak durur! Zira dinen bilinmesi zaruri olan ilkelerini bilmemek mazeret değil; suçtur! Bu ilkelere ters düşmemek tüm inananların görevidir! Bu ilkeler; İslam akidesi (Tevhid), ahkâm ve haberlerden ibarettir. Bunları Peygamberimiz bizlere, katî surette ve mütevatir olarak tebliğ buyurmuştur. Ama yukarıda da belirttiğimiz gibi; Kur’an ve Sünneti ve bu ikisinden çıkan İslam ahkâmını ve Kur’an ve Sünnette bize mütevatir olarak, açıkça, herkesin anlayabileceği üsluplarda açıklanan Tevhid akidesinin inceliklerini her insanın detaylı bilmesi mümkün olmayabilir!
Bu nedenle okuyup tahsil görmemiş kişiler veya ümmiler, yaşlılar, anlayış ve zekası itibariyle zor anlayanlar gibi samimi, İslam’ı seven Müslüman olmaktan başka amacı olmayan kişileri sırf kafaları bazı meseleleri almıyor, bir takım İslamî incelikleri anlayamıyorlar yada okusalar bile yanlış anlıyorlar diye onları İslam’ın dışında mı göreceğiz? Elbette ki, Hayır! Belki de çoğumuzun annesi, babası, dedesi yada ninesi gibi aile büyükleri bu durumdadır. Bu büyüklerimiz, bizim bildiğimiz meseleleri bizim kadar bilmiyorlar, anlayamıyorlar ve anlatamıyorlar diye, onları Müslüman saymayacak mıyız? Elbette ki, Hayır! Bu konuda ki temel ayırıcı çizgi; kişinin şirk koşup koşmamasıdır! Önemli olan; ilim sahibi olmayan, bilgisi az ama samimiyeti ile iyi niyeti çok olan bu kişilere Tevhid bilincini öğretmektir! Bu uyarı; en cahil ve an anlayışsız bir kimse bile olsa, onu bir tehlikeden, bir uçurumdan, bir ateşten sakındırmak gibidir ki, mutlaka tesiri olur ve bu uyarı herkesçe anlaşılır! İşte tebliğin inzâr (sakındırma, korkutma) boyutu budur! Bu uyarı şüphesiz tesirlidir. Hatta deli bir kimseyi bile bir tehlikeden sakındırmanın sonuç verdiği ve uyarının dikkate alındığı herkesçe bilinmektedir!
Artık bir kimseye:
“Eğer şirk koşarsan andolsun ki, amelin boşa gider ve mutlaka zarar edenlerden olursun” * dendiği zaman bu gerçeği görmemesi ve dikkate almaması mümkün müdür? O biliyor ki, şirk koşmanın sonucunda ebedi zarar ve ebedi azap var.
Bir de şu noktayı söyleyelim; bir kimsenin şirk koşmaması değil, şirk koşması zor olan yoldur! Çünkü insan fıtratında şirk değil; Tevhid vardır! Kişi; fıtratını bozmadıkça, fıtrat değerlerine -tabir-i câizse; yaratılış ayarlarına karşı gelip, onu değiştirmedikçe- asla müşrik olamaz! Şirk koşan, kendi öz benliğiyle çatışıp, iç sesini ve vicdanını dinlemeyip, körü körüne Şeytana uymaktadır! Bunun yanında Allah’ın uyarılarına da aldırış etmemektedir! Allah’ı umursamamak, affedilecek bir davranış değildir! Kaldı ki Allah, onları rızasına ve uçsuz bucaksız cennetine davet ederken!
Bu davranış Allah’a karşı büyüklenme olduğundan, Allah böyle kimseleri mutlaka cezalandıracaktır! Şirkten Allah’a sığınıyoruz! Rabbim sevdiklerimizle birlikte cennete girmeyi nasip etsin. (Amin)
İcmâli imanı kısaca tekrar hatırlatalım. “Peygamber Efendimiz’in tebliğ ettiği her şeye iman ettim; her ne tebliğ buyurdu ise hepsi hakdır” diyerek, şirk ve küfürden uzak duran kimse Müslümandır.
Allah’ın gönderdiği bütün Peygamberler kavimlerini Tevhid akidesine davet etmişler; şirkten ve tağuttan sakındırmışlardır. “Senden önce hiçbir Peygamber göndermedik ki ona; ‘Benden başka ilâh yoktur, o halde Bana kulluk edin’ diye vahyetmiş olmayalım.” *
“Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır, en güzel isimler O’na mahsustur” *
“Allah ile birlikte başka bir ilâh çağırma (dua ve ibadet etme!). O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zâtından başka her şey helâk olacaktır. Hüküm (kâinat ve beşer üzerindeki egemenlik) O’nundur ve yalnız O’na döndürüleceksiniz.” *
“Andolsun ki Biz her ümmet arasında: Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının, diye (tebliğ etmesi için) bir Peygamber gönderdik.” *
Peygamberimiz ise şöyle buyuruyor:
“Her kim, ‘Lâ ilâhe illâllâh’ der ve Allah’tan başka tapılan şeyleri reddederse, onun malına ve canına dokunmak haram olur. Hesabı da Allah’a kalmıştır.” *
Bu ayetlerde ve Hadisimizde insanlar için tek ve gerçek ilâhın Allah olduğu vurgulanıyor. Allah’tan başkasına ibadet edilemeyeceğini, bunun şirk olduğunu, mutlak otorite ve hüküm sahibinin sadece Allah olduğunu öğreniyoruz.
Unutmamak gerekir ki; bir kimse Kelime-i Tevhid’i diliyle söylediği halde, tevhide aykırı düşünce ve davranışlarından dolayı iman dairesinden çıkıp kâfir olabilir. Bu nedenle Allah’ı iyi tanımalı ve O’na ortaklar tutmamalıdır ve şirkin görüneninden de gizlisinden de sakınmalıdır.
Kur’an-ı Kerim bize Allah’ı detaylıca anlatır ancak biz belli başlı sıfatlarıyla Rabbimizi tanıyalım:
Allah bir tektir,* O’ndan başka hiçbir ilah yoktur,* Tüm Âlemlerin Rabbi’dir,* O’nun benzeri hiçbir şey yoktur,* herşeyin yaratıcısı O’dur,* gökler, yer ve ikisinin arasındaki herşeyin mülkü O’nundur,* mülkünde hiçbir ortağı yoktur,* O’nun hiçbir ortağı yoktur,* hüküm yalnızca Allah’ındır,* hiçbir kimseyi hükmüne ortak kılmaz,* rızkı veren O’dur,* dirilten de öldüren de O’dur,* hastalara şifa veren de O’dur,* O gizli ve açık olan herşeyi bilir, gökte ve yerde hiçbir şey O’na gizli kalmaz,* O’nun irade ve izni olmadan bir yaprak dahi dalından düşmez,* dönüş O’nadır,* insanların yaptıklarını kendilerine haber verecek ve onları hesaba çekecek olan O’dur.* Kısacası Allah, her türlü noksanlıklardan münezzeh ve en mükemmel sıfatlarla muttasıftır.
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi; muvahhid olabilmek için Allah dışındaki sahte ilâhları reddetmek gerekir. Bir yandan ‘Lâ İlâhe İllallah’ derken diğer taraftan da Allah’ın hükmünü inkâr edip, Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını haram saymak, Allah katında şefaatçi olsunlar diye, Allah’tan başka dostlar bulup eteklerine sığınıp onlara ulûhiyyet vermek, dini, şeriati, makaddesâtı tahkir edip, aşağılamak Tevhid akidesiyle çatışan şirk amelleridir!
“Dikkat edin! Hâlis din yalnız Allah’ındır. O’ndan başka veli (dost, ilâh)lar edinenler: Biz bunlara, ancak bizleri Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz, derler.” *
“Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermeyecek olan şeylere taparlar. Bir de: ‘Bunlar Allah katında bizim şefâatçilerimizdir’ derler.” *
“Onlar Allah’ı bırakıp alimlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabbler edindiler. Halbuki onlar bir tek ilâha ibadet etmekten başkasıyla emrolunmamışlardı. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bunların ortak koştukları her şeyden uzaktır.” *
Hz. Peygamber bir gün bu ayeti Adiyy bin Hatem’in yanında okumuş, Adiyy de Hristiyanların böyle birşey yapmadıklarını söylemişti. Bunun üzerine Peygamber de: “Onlar kendi din adamlarının -Allah’ın indirdiklerine aykırı olarak- helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını haram kabul etmişlerdi. İşte bunların alimlerine ibadetleri ve onları rabb edinleri böyle olmuştur!” * buyurdu.
Peygamberimiz Tevbe: 31. ayeti bu şekilde açıklamış, tefsir etmiştir. Bu açıklama çok önemlidir; zira bu mesele akide konusudur! O esnada önceden Hristiyan olan yeni Müslüman olmuş bulunan Adiyy bile başlangıçta Hristiyanlarla ilgili bu ayeti anlayamamıştır. Ama Peygamberimiz meseleyi açıklığa kavuşturdu.
Rahipler, din adamları, alimler vb eğer Allah’ın helalini haram, haramını da helal kılarlar; insanlar da onlara uyarsa bu durum onlara ibadet etmektir. Tirmizî Hadisi bize bunu açıklıyor.
Özetleyecek olursak;
Tevhid, ancak Allah’ın ma’bud olduğuna itikad edip, hiçbir şeyi ve kimseyi O’na ortak koşmadan ibadetlerin tamamını O’na hâlis kılmaktır. Kelime-i Şehâdet iki şehâdeti kapsar; ilk bölümü budur! Şehâdeteyn ile Müslümanlar bu Tevhid akidesine imanlarını ikrar etmiş olurlar. “Allah’tan başka ilâh yoktur” demenin anlamı; sahte ilâhların mevcudiyetini inkâr etmek demek değildir! Bilakis bu kelimenin anlamı; Allah dışındaki sahte ilâhların ibadete salahiyetlerini (yetki ve hak sahipliğini) reddetmektir. Kur’an pek çok insanın Allah dışında ortaklar kabul ettiğini, sahte ilahlara taptığını bildirir. *
Dolayısıyla ‘Lâ İlâhe İllallah’ demek, Allah dışında sahte ilâh ve rabb bulunmaz demek değildir! Bu kelime; gerçek İlâh ancak Allah’tır ama Allah’ın ulûhiyetinde ortaklık iddia eden sahte ilâhlar da vardır ve onları reddetmek gerekir anlamındadır. Zaten Tevhid’in ilk bölümü, Lâ İlâhe’dir. Yani “hiçbir İlâh yoktur” demektir. Bu ifade, sahte ilahların var olduğunu ve onların reddiyle imanın gerçekleşeceğini gösterir. Çünkü Kelime-i Tevhid, İslam’a giriş ikrarıdır. Bu ikrarın da bu inanç ile olması gerekmektedir. Lâ İlâhe’nin anlamı ilahlık iddia eden tağutların ve sahte ilâhların ibadete hak sahibi olmadıklarının ikrarı ve onlara ibadetin nefyidir. Böyle inanış, şirki terketmektir, kişiyi şirkten korur. Kişi, bu şart gerçekleşmeden müşrik olur! Kelime-i Tevhid’in ikinci bölümü olan “İllallah” ise; “sadece Allah vardır” demektir. Yani ibadet edilmeye müstahak olan ancak Allah’tır. Kelime-i Tevhid, Kelime-i Şehâdet’in ilk cümlesidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi; şehâdeteyn’in ilk şehadet kısmıdır. İkinci şehâdet ise; Hz.Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna inanmak ve ikrar etmektir. Bu bölümde bizden önceki kavimlerin Peygamberleri ilâhlaştırma tehlikesinden sakınıyoruz! Peygamberimiz, sadece bir kuldur ve Allah’ın buyruklarını ümmetine tebliğ eden bir elçidir. İlahlıktan asla bir payı yoktur! O da bizim gibi bir insandır, yer, içer, evlenir, çocuk sahibi olur, çarşılarda dolaşır, hastalanır ve nihayet vefat eder. Hz.Muhammed aleyhisselâm da bizim gibi ibadetle mükelleftir ama bizden farklı olarak sadece kendisine vahiy gönderilir. Zira Allah onu seçmiştir. Onun insanüstü vasıfları yoktur! Gaybı da bilmez. Allah bildirirse ne âlâ!
“Deki: ‘..Ben gaybı bilmem. Ben ancak bana vahyolunan (Kur’an)a uyarım.’ ” *
Cinn Sûresinin 26 ve 27. ayetlerinde de Allah, beğenip seçtiği Peygamberlerini gaybından haberdar edeceği bildiriliyor. Yani Allah’ın Peygamberleri, gayba dair bilgi ve haberler konusunda kendiliğinden bilgi sahibi değildirler. Bu konularda Allah kendilerine vahiy ile bilgi verince ancak haberdar olmaktadırlar.
Dolayısıyla Peygamberleri Hristiyanlar ve Yahudiler gibi aşırı övüp insanlıktan çıkarmamak, ilahlaştırmamak gerekir! Bu konuda örnekler çoğaltılabilir. Mesela; Peygamberimiz kalpten geçenleri bilmez! Bazıları, kalpten geçeni bildiğini iddia eder oysa!! Rasûl, bizim gibi bir insandır; ancak bizden farkı vahye muhatap olmasıdır. Vahiyle bildirilmedikçe bir meseleyi bilmesi mümkün değildir! Allah bize, bizden ve bizim gibi olan, hayatını, ahlak ve yaşayışını örnek alabileceğimiz bir insanı Peygamber olarak gönderdi. Bir meleği değil! Daha önce Ehl-i Kitap, kendilerine gönderilen elçiler hususunda haddi aşıp ileri gitmişler, kendilerine gönderilen elçilere tapmaya başlamışlardı! Yahudiler Hz. Süleymanın vefatından sonra Babil’de esaretleri döneminde kaybolan Tevrat metinlerini ihyâ eden Hz. Üzeyr’e büyük kudsiyet izâfe ettiler. O döneme kadar âdeta dinleri hakkında tüm bildiklerini unutmuşlardı. Hz. Üzeyir dağınık halde olan Tevrat’ı yeniden biraraya getirip yazdı. Şeriatlarını böylece ihyâ etmiş oldu. Bu hizmetinden dolayı İsrailoğullarının aşırı takdir ve saygısına mazhar oldu. Bazıları bu saygıyı o kadar abarttılar ki, ona “Allah’ın oğlu” dediler!
“Yahudiler: ‘Üzeyr Allah’ın oğludur’ dediler.” *
Bu ayet, bütün Yahudilerin böyle dediğini göstermez. Sadece bu sözleri onların aşırılıktaki en uç noktaları idi! Yani bazıları bu sözü söylemeye başlamıştı! Hristiyanlar da aynısını Hz.İsa’ya gösterip, ona kudsiyet verdiler. Babasız dünyaya gelmesi, -Allah’ın izniyle- çamurdan kuş biçiminde bir şey yapıp, ona üfürerek diriltmesi, ölüleri diriltmesi, doğuştan körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirmesi gibi mucizelerinden dolayı * ona -hâşâ- Allah dediler!
“Andolsun ki, ‘Meryem oğlu Mesih hakikaten Allah’ın kendisidir’ diyenler, kâfir oldular.” *
Hz.İsa daha beşikte iken “Ben Allah’ın kuluyum” diyerek -Allah’ın izniyle- ilerde Hristiyanların kendisine “Allah’ın oğlu yada Allah” diyecekleri sapıklıkları hususunda uyarmış olmaktadır. Bu Allah’ın bir mucizesidir; görebilen gözler için!
Bazı Hristiyanlar hakkında Rabbimiz şöyle buyurur.
“..Hristiyanlar ise, “İsa Mesih Allah’ın oğludur” dediler.” *
Bu ayetlerle Rabbimiz, bizden önce elçileri hususunda sapıtıp dalâlete düşenlerden haber veriyor ve bizi Peygamberimiz konusunda uyarıyor! İşte şehâdeteyn’in ikinci cümlesindeki şahitliğimiz, Hz.Muhammed aleyhisselâm’ın Allah’ın kulu ve Peygamberi olduğu hususundaki ikrarımızdır! Yani Hz.Muhammed asla Allah’ın oğlu yada ilâhlıkta payı olan bir varlık değildir! Sadece kuldur ve son Peygamberdir. Bazı kimseler “bunu zaten biliyoruz” diyebilirler ama; Peygamberimize insanüstü vasıflar verip, ona olan sevgiyi abartıp haddi aşanların olduğunu unutmamak gerekir! Allah’a ait pek çok özellik Peygambere yada Allah dostu sanılan kimselere yakıştırılarak şirke düşülmektedir! Bu nedenle de şehâdeteyn’in ikinci bölümü, ikinci şahitliği, ikinci ikrar ve iman şekli bu bozuk akidenin nefyi ve Efendimizi sadece Kul ve Elçi olarak görmenin gereğidir.
Tarih boyunca Peygamberlerin ve mübarek kabul edilen kimselerin ilâhlaştırılması sapıklığı hep olagelmiştir! Oysa mü’minler ilâh olarak Allah’ı görür ve O’nun ilâhlığından razıdır ve O’na ilâhlıkta hiçbir kimseyi ortak koşmaz!
“İlâhınız tek bir ilâhtır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O Rahmândır, Rahîmdir.” *
Bizim Peygamberimize en büyük mucizesi olan Kur’an verilmiş ve insanların ne onun hakkında ne de başka konularda dalâlete düşmemeleri istenmiştir. Bu noktada Rabbimizin herhangi bir konudaki uyarısının boş yere olduğunu sanmayalım!! Allah, bir konuda kullarını ikaz ediyorsa mutlaka O’nun sonsuz ilmiyle bildiği gerçekler vardır. “Bu konuda da sapıtılmaz ki” diye düşünmek bile bir tür dalâlettir! Allah herşeyi bildiği için bizi bu konuda uyarıyor ve Peygamberimizi ilâhlaştırmadan, onu Kul ve Peygamber bilmeyi İslam akidesinin temel ilkesi sayıyor. Bir kimse Müslüman olmadan önce bu inancı tasdik etmelidir. Allah kendisinden başkasına asla ibadet edilmesine, kendisi kadar sevilmesine, esmâ ve sıfatlarına ortak edilmesine izin vermez, razı olmaz.
“..O (Allah), kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir.” *
Peygamberimiz de -hâşâ- bir ilâh, ilâhın oğlu yada ilâhlığa ortak bir kişi değildir!
“Muhammed Allah’ın Rasûlüdür.” * O, Peygamberlerin sonuncusu, * Allah’ın kulu * ve bizim gibi bir insandır. *
Tevhid’in hareket noktalarından biri; Peygamberimizi insan olarak kabul etmektir; diğer sıfat ve faziletleri zaten herkesçe malumdur. Önemli olan, işin başında bozuk bir anlayışla Peygamberimiz konusunda aşırı gitmemektir; o da sağlığında bundan sakındırmıştır!
“Hristiyanların Meryem oğlu Îsâ’yı aşırı bir şekilde övdükleri gibi siz de beni övmeyin. Ben ancak Allah’ın kuluyum. O hâlde bana Allah’ın Kulu ve Elçisi deyin.” *
Ama şunu da unutmamak gerekir ki; Hz.Muhammed en güzel insandır, en güzel kuldur, en güzel örnektir, en güzel muallimdir, en güzel eştir vs. Biz burada -hâşâ- Peygamberimizi eleştirmiyoruz aksine yüceltiyoruz! Peygamberimizin belki de istemeyeceği ilk şey; -daha önce Hz.İsa ve Hz. Üzeyr’e yapıldığı gibi- kendisinin vefatından sonra ilâhlaştırılmasıdır!! Zaten bu korkunç tehlikeye yaşarken dikkat çekmiş ve uyarmıştır! Kâinatın serveri Hz.Muhammed, risâletinden sonra kıyamete kadar gelecek sayısız insanlık için Sünnetiyle önderdir, örnektir! Her konuda örnek alınacak tek kişi vardır; o da Rasûlullah’tır.
“Andolsun ki sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü ümit eden ve Allah’ı çokça anan kimseler için, Rasûlullah’ta güzel bir örnek vardır.” *
“..Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının.” *
Peygamberimiz bizlere “Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.” * hükmünü tebliğ etmiş ve Hristiyanların Hz.İsa’yı aşırı övüp ilâhlaştırdıkları gibi kendisinin ilâhlaştırılmasından da “Ben ancak Allah’ın kuluyum. O halde bana Allah’ın kulu ve elçisi deyin” * diyerek sakındırmıştır.
Allah’a layık “Kul” olmak en büyük şereftir. Peygamberimiz O’na layık bir Kul olmak için gecesini gündüzüne kattı. Hem de geçmiş ve gelecek günahları bağışlandığı * halde. Ya biz ne yapacağız? Allah’a şirk koşmaksızın iman ettikten sonra; O’nun rahmet ve mağfiretine sığınmaktan, dua edip, günahlarımızdan sonra tevbe etmekten başka hiçbir çaremiz yoktur!