Soru: Bazıları, Allah’ın isim ve sıfatlarıyla tevessül etmenin yani İlâhi isim ve sıfatları zikrederek Allah’tan istemenin câiz olmadığını hatta şirk olduğunu savunuyorlar. Bu şekilde bir dua ve isteme şekli câiz değil midir?
Cevap: Bismillahirrahmanirrahim. Yarattıklarının sayısı, zâtının rızası, yüce arşının ağırlığı ve kelimelerinin adedi kadar hamd ile Allah’ı tesbih ve tenzih ederek başlıyorum.
Soruya cevap verirken, konunun soruyla alakalı boyutunun yanında, tevessül konusunu da ana hatlarıyla açıklayacağız ki konu bütünlüğü içinde mesele anlaşılabilsin. Öncelikle “tevessül” kelimesini tanıyalım.
Tevessül Kelimesinin Anlamı:
“Tevessül” kelimesi, sevgisini kazanmaya çalıştı, yalvardı, bir şey ile Allah’tan yardım diledi gibi anlamlara gelen وَسَلَ / يَسِلُ / وَسِيلَةً kökünden gelir. Ve-se-le fiili, الى (İlâ) harf-i cerr’i ile kullanılır. …وَسَلَ الى اللهِ بِ Yani “… ile Allah’tan yardım diledi” demektir. تَوَسَّلَ ve وَسِلَ fiilleri de aynı anlamda kullanılır. Tevessül kelimesi, “tevessele” fiilinin masdarıdır ve tefe’ul (تَفعُّل) bâbındandır. Anlamı; yardımını istedi, araya koydu, vasıta etti, vesile yaptı gibi anlamlara gelir. Tevessül, yakınlaşmak ve vesile demektir. Vesile ise, maksada ulaştıran şey anlamındadır. Şer’î anlamı ise; Allah Teâlâ’ya, razı olduğu ameller ile yaklaşmak demektir.
Kur’an-ı Kerim’de Vesile’nin Anlamı:
Kur’an’da vesile konusu, şu iki Ayette geçmektedir: “Ey iman edenler, Allah’tan korkun. O’na (yaklaşmaya) vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” * Bu Ayetteki “vesile” ; Allah yolunda, O’nun dininin hâkimiyeti uğrunda cihad etmektir. Yoksa, buradaki vesile’nin anlamı; bazı kimselerin zannettikleri gibi, Allah ile kul arasında yaklaştırıcı aracılar edinmek demek değildir. Allah, kuldan uzak değildir ki, Allah’a yaklaşmak için aracıya ihtiyaç olsun. Bu türden bozuk itikadlar, insanları putlara yada sâlih bilinen kimselere tapmaya, türbe ve mezarları ibadetgâh edinmeye kadar götürür. Oysa Kur’an’da vesile dendiğinde anlaşılması gereken şey, bunlar değildir. Selef-i Sâlihîn’in tefsirleri incelendiğinde görülecektir ki, vesile’nin, Allah Teâlâ’ya sâlih ameller ile yakınlaşmak dışında bir anlamı bulunmamaktadır.
Hâfız İbn Kesir, İbn Abbâs’tan, Ayet-i Kerime’de geçen vesile’nin yakınlaşmak (kurbet) anlamına geldiğini nakletmektedir. Katâde, “O’na (yaklaşmaya) vesile arayın” buyruğu hakkında şöyle demiştir: “İtaat ve O’nu razı edecek amel ile O’na yakınlaşın.” *
Bu açıklamanın aynısını Mücâhid, Ebû Vâil, Hasen, Katâde, Abdullah b. Kesîr, Süddî, İbn Zeyd ve bunların dışındaki müfessirler de nakletmişlerdir.
Bu Ayetteki “Allah’tan korkun” ifadesini, Hâfız İbn Cerîr et-Taberî şöyle açıklamaktadır: “Yani size verdiği emir ve nehiyler hususunda O’nun çağrısına itaat ederek cevap verin ve “O’na vesile arayın” yani O’nu razı edecek amel ile O’na yaklaşmanın yollarını arayın demektir.” * İmam Taberî’nin açıklamasını yaptığı “Allah’tan korkun” ve “Ona vesile arayın” ifadelerinin anlamı, Ayetin son kısmında yer alan, “O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz” buyruğundan da anlaşılmaktadır. Kul, Allah’ın rızasını, O’nun emretmediği ve razı olmadığı şekilde elde edemez. O’na yaklaştırıcı vesilelerin tamamı da, Yüce Mevlâ’nın emrettiklerini yapmak ve yasakladıklarından kaçınmak şeklindeki sâlih amellerden ibarettir.
Vesile ile ilgili diğer Ayet:
“Onların o tapındıkları da Rabblerine hangisi daha yakın olacak diye vesile ararlar. O’nun rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabinin azabı gerçekten sakınılmaya değer.” *
Bu Ayet’in sebeb-i nüzûlü hakkında Abdullah b. Mes’ûd şöyle demiştir: “İnsanlardan bazıları cinlerden bazılarına ibadet ediyorlardı. Daha sonra bu cinle Müslüman oldular ama diğerleri eski dinlerine sıkı sıkıya bağlı kaldılar.” *
Zikrettiğimiz sahih Hadis, Buhâri’de geçtiği için, sözü Buhâri Şârihi Hâfız İbn Hace el- Askalânî’ye bırakalım: ” Yani daha önce cinlere ibadet eden o insanlar, cinlere ibadet etmeye devam ettiler. Oysa cinler bu ibadetlerine razı değillerdi. Çünkü Müslüman olmuşlardı. İşte Rabblerine doğru vesile (yakınlaşma) aramaya çalışanlar onlar oldular.” *
İmam Buhâri’nin Sahih’inde, İsrâ: 57’nin tefsiri hususunda İbn Mes’ûd’dan rivayet ettiği Hadis’in açıklaması hususunda güvenilecek ve dayanılacak açıklama, Hâfız İbn Hacer’in açıklamasıdır.
İlim ehlinden hiç kimse, yukarıda zikrettiğimiz iki ayette geçen “vesile” ile mahlukattan herhangi birisinin şanı, makamı ve hürmeti ile Allah’a yakınlaşmanın kastedildiğini söylememişlerdir.
O halde, “O’na (yaklaşmaya) vesile arayın” ve “Rabblerine hangisi daha yakın olacak diye vesile ararlar” Ayetlerindeki “vesile” ile Peygamberlerin ve sâlih kimselerin makamı ve yüzü suyu hürmetine tevessülde bulunmanın kastedildiği şeklindeki iddianın da bâtıl bir iddia olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Tevessül’ün Kısımları:
Tevessül; Şer’î (Şeriate uygun, câiz) tevessül ve Bid’at (yasak) olan tevessül olmak üzere iki kısma ayrılır.
A- Câiz Olan Tevessül:
Kur’an ve Sünnete başvurulduğunda câiz olan tevessülün üç türden ibaret olduğunu görürüz.
1) Allah Teâlâ’ya O’nun isim ve sıfatlarıyla tevessül.
2) Allah Teâlâ’ya sâlih amellerle tevessül.
3) Allah Teâlâ’ya Müslüman olan sâlih kimselerin duasıyla tevessül.
1- Allah Teâlâ’ya O’nun isim ve sıfatlarıyla tevessül:
Müslüman bir kimsenin dua ederken: “Allah’ım, ben Sen’den Allah, Rahmân, Rahîm olman itibariyle bana afiyet vermeni diliyorum” demesi yada: “Allah’ım, ben Sen’den her şeyi kuşatan rahmetin ile bana merhamet buyurmanı, mağfiretin ile beni bağışlamanı diliyorum” demesi yada buna benzer şekilde, Allah’a güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla dua etmesi ile olur. Bu şekilde tevessül etmenin delili şu Ayettir:
“En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na bunlarla dua edin. O’nun isimlerinde eğriliğe (ilhâd’a) sapanları terk edin. Onlar yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.” *
Sünnetten Deliller:
İstihâre Namazı duasındaki şu sözler delildir:
اللَّهُمَّ إنِّى أسْتَخِيرُكَ بِعِلْمِكَ ، وَأسْتَقْدِرُكَ بِقُدْرَتِكَ ، وَأسْألُكَ مِنْ فَضْلِكَ الْعَظِيم
“Allah’ım, ben Sen’in ilmin ile Sen’den hayırlı olanı diliyorum. Kudretin ile bana güç vermeni diliyorum, Sen’in pek büyük lütfundan niyaz ediyorum.” *
Bu Hadis’te de görüldüğü gibi, Allah’ın ilim, kudret ve lütuf sıfatları ile Allah’a dua ve niyazda bulunulmaktadır.
Rasûlullah’ın şu duası da delildir:
ياَ حَىُّ ياَ قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ أسْتَغِيتُ
“Ey Hayy, ey Kayyûm! Rahmetinle yardımını diliyorum.” * Bu Hadis’te Peygamber aleyhisselâm’ın, Allah Teâlâ’nın “Rahmet” sıfatıyla, Rabbimizden istiğâse (yardım dileme)’de ve tevessül’de bulunduğunu görüyoruz.
Kısaca açıklamalarımızdan da anlaşılacağı gibi, Allah’ın isim ve sıfatlarıyla dua ve tevessül etmek câizdir.
2- İman ve sâlih amel ile Allah’a tevessül:
Bu da, şartlarını taşıyan yani Allah için olan ve Şeriat’e uygun olarak yapılan sâlih ameller ile gerçekleşir. Sâlih amelleriyle tevessülde bulunan bir kimsenin: “Allah’ım, Sana olan imanım, Sana olan muhabbetim ve Rasulüne tâbi oluşum için beni affet, bana mağfiret et” demesi ve buna benzer dualarda bulunmasıdır.
Bunun Kur’an’dan delili şudur:
“Rabbimiz, indirdiğine iman ettik ve o Peygamberin izine uyduk. Artık bizi şâhidlerle beraber yaz.” *
Sünnetten Delil: İbn Ömer’in mağaraya sığınan üç kişinin (Ashâbu’l Ğâr) başından geçen olay ile ilgili rivâyet ettiği Hadis’tir. (Mağaranın küçüğüne “ğâr”, büyüğüne “kehf” denilir.) Bu üç kişi mağaraya girdikten sonra yuvarlanan bir kaya parçası mağaranın ağzını kapatmıştı. Bunun üzerine sâlih amelleriyle Allah Teâlâ’ya tevessül ettiler. O kişilerden ilki, Anne ve babasına iyi davranmasını, diğeri imkân ve fırsat olduğu halde günah işlemekten uzak durup, iffetli davranmasını, üçüncüleri ise emaneti gözetmesini ve insanlara haklarını vermesini vesile kılmıştı. Her yakarıştan sonra mağaranın ağzındaki taş biraz açılmıştı. Nihayetinde mağaranın ağzı tamamen açılmış ve mahsur kalmış olan bu kişiler, sâlih amellerini vesile edinerek bu musibetten kurtulmuştular. Bu olayı anlatan Hadis’e “Hadîsü’l Ğâr” denir. (Buhâri, Enbiyâ, Hadîsü’l Ğâr, 55; Müslim) Bu kıssanın tamamını, Mehmed Sofuoğlu’nun Tercemesi olan, Sahih-i Buhâri ve Tercemesi, C: 7, Sh: 3280, 3281’den okuyabilirsiniz.
3- Allah Teâlâ’ya sâlih bir Müslümanın duasıyla tevessül:
Müslüman bir kimsenin, şiddetli bir darlığa ve sıkıntıya düşmesi halinde, sâlih ve takvâ sahibi olarak bilinen bir kimseye giderek, ondan kendisi için Rabbimize dua etmesini talep etmesi şeklindedir. Fakat duasıyla tevessül edilen kimsenin, sâlih, sağ ve dua edebilecek güçte olması ve bu dua karşılığında da ücret almaması gerekmektedir.
Sünnetten Delil: Enes b. Mâlik’ten rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah Cuma günü minberde hutbe verirken bir adam içeri girip, kuraklıktan dolayı hayvanlarının helâk olduğunu, yolların kesildiğini söyleyerek, Allah’ın Rasûlüne “Allah’a dua et de yardımımıza yetişsin” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah hemen iki elini kaldırdı ve “Allah’ım, bize yağmur ver” اللَّهُمَّ اسْقِناَ diye Allah’a dua etti. Gökyüzünde bir bulut belirdi ve hemen yağmur yağmaya başladı. Enes der ki: “Vallahi, o duadan önce biz, gökyüzünde ne ince ne de kalın bir bulut görüyorduk. Duadan sonra hemen yağmur yağmaya başladı ve biz altı gün boyunca güneşe hasret kaldık. Öbür Cuma günü Rasûlullah yine hutbede iken kapıdan birisi girdi ve “Yâ Rasûlallah, mallar helâk oldu, yolar kapandı, Allah’a dua et de artık bu yağmuru tutsun” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah elerini kaldırdı ve “Allah’ım, etrafımıza (yağsın), üzerimize değil. Allah’ım, tepelere, dağlara, kal’alara, bayırlara, derelere, ağaçlıklara yağdır” diye dua edince yağmur hemen kesildi. Namazdan çıktığımızda, güneşte yürüyorduk.” Hadis’i, Enes’ten rivâyet eden râvi, ikinci hafta gelen adam, ilk hafta gelen adam mıydı, diye sormuş o da “bilmiyorum” demiştir. (Buhâri, İstiskâ, 6)
İnsan ne kadar da Allah’ın yardım ve lütfuna muhtaç! Yağmur yağmaz şikayet eder; “hayvanlar helâk oldu, yollar kesildi çatlayıp yarıldı” diye.. Yağmur yağar yine şikayet eder; “hayvanlar ve mahsuller helâk oldu, yolar kapandı” diye.. Rabbimiz, bizleri âfet, musibet, belâ ve her türlü felâketlerden korusun.
(Bu Hadis’i, M. Sofuoğlu’nun Buhâri Tercemesi, C:2, Sh: 967, 968’den okuyabilirsiniz.)
Sağ olmayan kişiyle ne kadar faziletli de olsa tevessül edilemeyeceğinin delili de, Rasûlullah’ın vefatından sonra, Hz. Ömer’in, Peygamberimizin amcası Abbâs b. Abdulmüttalib’in duasıyla, Allah’tan yağmur yağdırmasını dilemesi delildir. (Buhâri, İstiskâ, 3; M. Sofuoğlu’nun Buhâri Tercemesindeki Yeri: C: 2, Sh: 964)
B- Bid’at Olan Tevessül:
Yaptığımız açıklamalar ile Şeriat’e uygun olan tevessül’ün mahiyetini ve delillerini öğrenmiş oluyoruz. İslam’a uygun tevessül’ü öğrenince, şunu anlıyoruz ki; “falanın hakkı”, “filanın yüzü suyu hürmetine” gibi tevessül şekilleri, tevessül’ün bid’at olan kısmına girmektedir. Delillerini zikrettiğimiz câiz olan tevessül çeşitlerinden başka yollar için, Allah’ın Kitabından ve Rasûlullah’ın Sünnetinden bir delil bulunmamaktadır. Meşru’ olan tevessül dışındaki vesile edinme yolları, şirke giden yollardır. Kimi tevessül şekilleri, açıkça şirki gerektirdiği halde kimi davranışlar da, haram ve yasak olan, Sünnette uygulaması ve delili olmayan bid’atlerdir.
Ashab-ı Kirâm ve tâbiîn’den hiç kimse yukarıda üç kısımda zikrettiğimiz tevessül şekillerinden başka yollarla Allah’a dua ve niyazda bulunmamışlar ve Allah’la kendileri arasına asla gayr-i meşru’ aracılar koymamışlardır.
Tevessül ve vesile edinme ile alakalı bu kadar açıklamanın, konunun doğru şekilde anlaşılması açısından yeterli olduğunu düşünüyoruz. Tevessül konusu dairesinde deveran eden bir takım şüphe, tereddüt ve iddiaların ele alınması ve çürütülmesi konunun dışında kalan tartışmalardır. Alimler; bid’at fırkalarının yada cahil sofuların, ilimsiz âbidlerin tahrif ettikleri Ayet ve Hadislerin konuyla alakalı sahih tefsir ve te’villerini ortaya koymuşlardır. Bu tür yanlış fikirleri ve tevessül konusunda aşırılıkları, tevessül’ün mahiyetini delilleriyle bilen herkes fark eder ve reddeder. Her konuda olduğu gibi, bir meselenin tahrif edilmesi ya Ayet ve Hadislere taşımadıkları anlamları yüklemek yada Uydurma ve Zayıf Hadisleri, gayr-i meşru’ tevessül çeşitlerine delil getirmeye çalışmak şeklinde kendini gösterir.
Uydurma ve Zayıf Bazı Hadisler:
Hâkim’in, Ömer b. Hattab’tan merfû’ olarak rivâyet ettiği Hadis: “Âdem günahını işleyince: Rabbim, ben Sen’den Muhammed’in hakkı ile bana mağfiret etmeni istiyorum, dedi. Allah: Ey Âdem, Ben henüz Muhammed’i yaratmadığım halde onu nasıl tanıdın, diye sordu. Âdem: Rabbim, Sen beni iki elinle yaratıp, bana ruhundan üflediğinde başımı kaldırdım da, Arşın bacakları üzerinde: Lâ İlâhe İllallah Muhammedu’r Rasûlullah, yazılı olduğunu gördüm. Böylelikle ben Sen’in kendi ismine yarattıklarının en sevdiğinden başkasını(n ismini yanına koyup) izafe etmeyeceğini bildim, dedi.” (Uydurma Hadis: Kâidetün Celîletün fi’t tevessüli ve’l vesîle, İbn Teymiyye, Sh: 16, 167; Silsiletü’l Ehâdîsü’d Daîfe, Elbânî, No: 25; Telhîsu’l Müstedrek, Zehebî, 2/615; el-Bidâye ve’n Nihâye, İbn Kesîr, 1/190)
Peygamberimizin makamı ile tevessülü câiz görenler, Peygamberimize şöyle bir Hadis nispet ederler: “Benim câhımı (konumumu/makamımı) ileri sürerek tevessül ediniz. Çünkü şüphesiz Allah nezdinde benim câhım pek büyüktür.” (Asılsız Hadis: İktidâu’s Sırâtı’l Müstakîm, İbn Teymiyye, 2/318; Kâidetün Celîletün fi’t tevessüli ve’l vesîle, İbn Teymiyye, Sh: 252, No: 175; Silsiletü’l Ehâdîsi’d Daîfe, Elbânî, No: 22; et-Tevessül, Sh: 128-130)
Ebû Sa’îd el-Hudrî’den rivâyet edilen Hadis: “Allah’ım, ben Sen’den dilekte bulunanların Senin üzerindeki hakkı ile dilekte bulunuyorum.” (Zayıf Hadis: İbn Mâce, No: 778; Ahmed, 3/21; Taberânî, ed-Dua, No: 421; Bkz: Kâidetün Celîletün fi’t tevessüli ve’l vesîle, İbn Teymiyye, Sh: 214, 215, 277; Silsiletü’l Ehâdîsi’d Daîfe, Elbânî, No: 24; el-İlel, İbn Ebî Hâtim, 2/184; “el-Keşfu ve’t Tebyîn li ‘ileli Hadîsi Allahumme İnnî Es’eluke bi Hakkı’s Sâilîn” adlı müstakil bir risale, Amr Abdülmun’im)
Kısa Bir Değerlendirme:
Şeytan pek çok insanı, bâtılı hak göstermek (tesvîl) sûretiyle, çirkin şeyleri süslü göstererek aldatıp saptırmış ve onlara, Allah’la aralarına aracılar koymaları gerektiğini telkin etmiştir. Şeytan, bu tür insanları, Allah’la aralarına aracılar koymadıkça, dualarının kabul olmayacağına, hastalarının şifâ bulmayacağına ve sıkıntılarının giderilmeyeceğine inandırmıştır. Bu aracıların bazen Peygamberler, bazen melekler, bazen de keramet sahibi veliler yada sâlih zatlar olması, insanların hemen ikna olmalarını sağlamıştır. Dolayısıyla meşru’ olmayan vesilelere tutunan bu insanlar; evliya dedikleri kimselerin kabirlerinde, şehitlik ve türbelerde belirli gün ve zamanlarda kurban kesmek, onlara dua etmek, onlardan bir şeyler istemek, dileklerde bulunmak, şifâ istemek için hastalarını oralara götürmek, oralarda gecelemek, inzivaya çekilmek, bu kabir ve türbelerde yatanlardan şefaat istemek, bir takım ihtiyaçlar için onlarla tevesülde bulunmak gibi çok sayıda haram ve şirke sebebiyet veren fiilleri işlemektedirler. Bu yapılan şeylerin daha ötesinde, türbelere çaput bağlamak, mum yakmak, bir kağıt parçasına dilek yazmak vs davranışların tutarsızlığını söylemeye bile gerek görmüyoruz. Bunların hepsi bid’at ve hurafe amellerdir. Bu türden inançlardan ve davranışlardan samimi bir tevbe ile tevbe etmek gerekmektedir. Müslüman bilir ki, kabirdeki salih zat, bize yardım edemez, bizden bir zararı def edip, bir hayrı bize getiremez. O vefat etmiştir, imtihanını tamamlamıştır. Ne halde olduğunu da ancak Allah bilir. Kabrinde yatan kimse, Müslüman ise, o bizden dua beklerken, biz de ondan yardım istemeye kalkmamız ne kadar tutarlı olur?
Ölmüş insanlara yönelerek dua edilemeyeceği, onlardan bir şey istenemeyeceği, şefaatlerinin talep edilemeyeceği, onlarla tevessül edilemeyeceği böylece anlaşılmıştır. Bazı kimseler türbelerde veya kabir başlarında dua meselesinde, şöyle bir beyanda bulunurlar. “Biz, kabirde yatan salih zât’a dua etmiyoruz, ondan istemiyoruz. Biz, sadece onun yanında bulunmanın teberrükü ile Allah’tan istiyoruz” derler. Öyle bile olsa, bu şekilde dua etmenin câiz olduğuna dair, Ashabtan sahih bir rivâyet gelmemiştir. Aksine Rasûlullah: “Kabrimi bayram yerine çevirmeyin” (Ebû Dâvud, Menâsik, 97) buyurmuştur. Peygamberimizin bile kabrini ziyaret maksadıyla seyahat, câiz değilse, başka insanların mezar ve türbelerine kafileler halinde insanların akın etmesi nasıl câiz olsun?
Başka bir Hadis: Ata b. Yesar anlatıyor: “Rasûlullah aleyhisselâm söyle dua buyurdular: “Allah’ım, kabrimi ibadet edilen bir put kılma.” (Ve devamla dedi ki): “Peygamberlerinin kabirlerini mescidler haline getiren bir kavme Allah’ın öfkesi artmıştır.” (Muvatta, Kasru’s Salat, 85)
Peygamberimiz yine şöyle buyurmuştur: “Allah, Yahudilere ve Hristiyanlara lanet etsin. Peygamberlerinin kabirlerini mescide cevirdiler.” *
Bu Hadislerde de açıkça görüldüğü gibi, Peygamberimizin kabrinde bile bayram yapar gibi, insanların dua ve namaz gibi maksatlarla toplanmaları ve bu amaç için yollara dökülmeleri yasaklanmıştır. Bu durumda, az önce, “biz, kabrin içindekine değil, onun yakınında, onun maneviyatıyla Allah’a dua ediyoruz” diyenlerin yaptıkları fiillerinin Kur’an ve Sünnetten asla bir delilinin olmadığı, aksine davranışlarının yasak olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu noktada şunu da hatırlatmak isteriz. Her ne kadar böyle bir amelde bulunan kimse, bid’at işlemekle beraber, kabrin içindeki ölüye dua etmediği için küfre girmese de, onu gören kimseler ve kendi çocukları, bu adamın kabrin içinde yatan ölüye dua ettiğini sanabilecekler ve böylece onların sapmasına sebep olacaktır. Ne kabrin yanında dua etmek, ne de -Peygamber kabri bile olsa- kabir başında namaz kılmaz câiz değildir. Unutulmamalı ki, İslam’da yasak olan her şeyin sayısız hikmetleri vardır. Bir günah -Allah korusun- daha büyük günahlara sebebiyet verir. Bu bölümü bir hatırlatmayla noktayalım. Bazı kimseler, hayatta olmayan, ölmüş evliya’ya dua edilebileceğini, onlardan yardım istenebileceğini, darda kalınca onların yardıma çağırılabileceğini, onlara adak adanabileceğini, onların bu dünyada tasarruflarının, vefatlarından sonra daha aktif olduğunu savunmaktadırlar. Bunlar açık bir şirktir. Gizli ve açık, büyük ve küçük tüm şirk çeşitlerinden Allah’a sığınıyoruz.
اللَّهُمَّ إنِّى أعُوذُ بِكَ أنْ أشْرِكَ بِكَ وَأنَا أعْلَمُ ، وَأسْتَغْفِرُكَ لِمَا لاَ أعْلَمُ
“Allah’ım bilerek şirk koşmaktan Sana sığınırım. Bilmediklerim için de Senden mağfiret dilerim.” *
Her şeyin en doğrusunu Yüceler Yücesi Allah bilir.