Allah’a hamd, Rasûlüne salât ve selâm ediyoruz. Başarı ancak O’nun yardımı iledir. Bu mesele aslında temel konulardan olmadığı için; itikâdî bozuklukların olduğu, helâl ve haramların dahi tam bilinemediği, İslâm’ın hakikatinin pek çoklarına kapalı olduğu bir dönemde, öncelikli ele alınacak konulardan olmadığı aşikardır. Ancak ne kadar üzücü bir durumdur ki, yılların geçmesiyle, bu mesele sıkça konuşulmadığı için, ilimsiz ve nefsine uyan pek çok Müslüman, bu konuda müttakice bir duruş sergileme konusunda başarısız olmuşlardır.
Bunun nedeni; günümüzde fast food adı verilen hazır yemeklerin ve ekmek arası yiyeceklerin sürekli et ürünlerinden oluşmasıdır. Böylesi bir ortamda bu konuda imtihanı başarabilmek ve şüpheli gıdalardan sakınmak adına midemize “dur!” diyebilmek çok zor ve çetin bir imtihan olmaktadır! Bu nedenle, İslâmî boğazlamada aranan temel şartlar üzerinde duracağız. Fakat konuyu uzatmadan, herkesin anlayacağı bir dil ve anlatım tercih edeceğiz.
Her şeyin en doğrusunu bilen Yüce Mevlâ’dır!
Takvâ sahiplerinin temel ahlakı, haram lokmadan ve şüpheli gıdalardan bünyesini korumaktır.
İslam’a uygun olarak hayvan boğazlamanın şartlarından birisi; kesenin, Müslüman veya Ehl-i kitap (Hristiyan yada Yahudi) olmasıdır.
Hayvan kesenin, Müslüman olması gerektiğinin delili “..sizin kestikleriniz müstesna..” * ayetidir.
Kitap ehlinin kestiğinin yenebileceğinin delili ise, “kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği (kestikleri) size helaldir” * ayetidir.
Ancak Hristiyan yada Yahudilerin kestiklerinin yenmesi için, hayvan keserken, Allah’ın adını anmaları şarttır. Kendi din ve inançlarını dikkate alarak, İsa (as)’ın adını, Uzeyr (as)’ın adını, putlarının yada tağutların adını anarak, onlar adına hayvan keserlerse, kestikleri hayvanın eti haram olur, yenmez!
Şeriate uygun hayvan kesiminde dindarlık şartı arandığı gibi, besmele çekmenin de şart olduğu anlaşılmaktadır. Besmele kasden terk edilirse hayvanın eti yenmez. Fakat boğazlanan hayvanın etinin yenmesinde besmele illet değildir. Yani kim keserse kessin, besmele çektikten sonra kestiği yenir denemez! Putperest, mecûsi yada müşrikler besmele çekse dahi ulemanın çoğunun verdiği fetvaya göre, onların kestikleri yenmez. Bütün alimlere göre, Ehl-i Kitabın dinine girmiş olsalar bile mürtedin kestiği haramdır.
Ulema, kastî olmadan unutarak besmeleyi çekmeyen Müslümanın kestiğinin yenebileceğine fetva vermişlerdir.
İmam Mâlik’e göre, bir Müslüman, unutarak dahi olsa besmeleyi çekmezse, kestiği hayvanın eti yenmez. Delil olarak zikrettiği ayetlerden bir tanesi şudur:
“Üzerine Allah’ın adı anılmayan (hayvan)lardan yemeyin. Çünkü o elbette bir fısktır.” *
Bu ayette, Yahudi bilginlerinin, Cahiliyye Araplarının zihnini bulandırmak için kullandıkları bir şüphe ve muhalefet yöntemlerine değinilmektedir. İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre, Yahudiler, Peygamberimizin tebliğatına karşı halkın zihnini karıştırmak için şöyle diyorlardı: “Allah’ın (normal ölümle) öldürdüğü haram oluyor da, bizim, (Allah’ın adını anarak) öldürdüğümüz (boğazladığımız) nasıl helâl oluyor?” Yahudiler, bu şekilde toplumun aklını karıştırıp, Nebevî davet karşısında şüpheye düşmeleri için, çok sayıda sorular üretiyorlardı. Bu rivayete dikkat edilirse, Allah’ın adını anarak kestiğinde, boğazladığı hayvanların eti yenebilecek kimselerin, Yahudiler olduğu anlaşılacaktır. Ayetin anlamı, muhtemelen, Yahudi ve Hristiyanların kestiği hayvanların etlerinden yeme konusunda tereddüte düşen sahabilerle ilgilidir. Yani bu iki fırka, besmele ile kesmişlerse yiyebilirsiniz demektir.
En’âm Sûresi Mekkî’dir. O dönemde Mekke müşrikleri, kurban keserken genelde putlarının adını andıkları için, bazı kimseler, “müşriklerin kestiklerinden yemenin yasaklanması, putlarının adını anmalarından dolayı idi” diye zannetmişlerdir. Oysa müşriklerden bir kısmı, Allah’ın adını anarak hayvan boğazlarlardı. Buna rağmen Rabbimiz, hicretten sonra Medine’de indirdiği Mâide Sûresinin beşinci ayetinde Ehl-i Kitabın kestiklerinin helal olduğunu belirterek, Allah adına hayvan kesenlerin, kesimlerinin helâl olması noktasında –Müslümanlardan sonra- sadece Yahudi ve Hristiyanları istisna etmiştir.
Yüce Allah, bir hayvanın helâl olması için, Allah’ın adının anılmasını şart koşmuştur: Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur:
“Şayet O’nun ayetlerine iman edenler iseniz, artık üzerlerine Allah’ın adı anılan (besmele ile kesilen hayvanlar)dan yeyin.” *
Mekke’de inen En’âm: 145 ve Nahl: 115. Ayetlerde, üzerlerine, Allah’tan başkasının adı anılarak boğazlanmış hayvanların haram kılındığı belirtilmiştir.
İmam Mâlik’e göre, besmeleyi terk eden Müslümanın kestiği dahi yenmezken, acaba Müslüman olmayan kimselerin kestiklerinin yenebileceğini söylemek ne kadar tutarlıdır?
Alimlerin çoğu, tezkiye yani hayvan boğazlama esnasında unutarak besmelenin terk edilmesi durumunda, yiyen Müslümanın, yerken besmele çekmesinin yeterli olduğunu belirtmişlerdir.
Kur’an’da, Zekât-ı Şer’î yani Şeriate uygun hayvan kesiminde “diyanet/dindarlık” şart koşulmuştur.
Yani kesimin meşru olması için, kesenin, Ehl-i Tevhid veya Ehl-i Kitap olması gerekmektedir.
Ehl-i Kitabın, Hristiyanlar ve Yahudiler olduğunun delili:
“‘Bizden önce kitap yalnız iki topluluğa (Yahudi ve Hristiyanlara) indirildi ve biz onların okuduklarından habersiz kimseler idik’ demeyesiniz diye, (size Kur’an’ı indirdik).” *
En’âm: 156’da, “bizden önce kitap yalnız iki tâifeye indirildi” ifadesi zikredilmiştir ve Ehl-i Kitabın yalnızca iki taifeden ibaret olduğu, “sadece, yalnız, ancak” anlamlarına gelen innemâ (hasr) edatıyla vurgulanmıştır.
Kur’an’da da “kitap ehli” ve “kendilerine kitap verilenler” ifadeleriyle kastedilen toplulukların Hristiyan ve Yahudiler olduğu açıktır. Bu ifade kalıplarıyla çok sayıda ayetler mevcuttur; tamamı da Hristiyan ve Yahudileri kastetmektedir.
İslam; akıl yürütme dini değildir, vahiy dinidir. İman edenleri, muhkem Nasslarla ifade edilen hükümler bağlayıcıdır. Akıl, mantık, yorum, bakış açısı, kanaat, fikir, hevâ ve hevesler vahyin önüne geçirilemez.
Akıl yürütme ve fâsid bir kıyaslama ile şu cümle söylenemez:
“Hristiyan ve Yahudinin kestiği yeniyor da, şirk koşmasına rağmen, kendisine ‘Müslüman’ diyenlerin kestiği neden yenmesin?” Bu, fâsid bir kıyastır!
Çünkü Rabbimiz, müşriklerin, putperestlerin, mürtedlerin, mecûsilerin yada ateistlerin kestiğinden, Ehl-i Kitabın kestiğini ‘istisna’ etmiştir ve şöyle buyurmuştur:
“Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği (kestikleri) size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir.” *
Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği ile kastedilen anlam, bütün alimlere göre, onların kestiği hayvanların etleridir. Bu konuda icmâ vardır.
Ehl-i Kitabın kimler olduğunu öğrendiğimize göre; müşriklerin, putperestlerin, mecûsilerin vb’lerinin kestiklerini yiyenlere artık şu soruyu sorabiliriz.
İnanç yapısı nasıl olursa olsun, herkesin kestiği sadece bir besmele çekmekle yenebilecekse, Rabbimiz neden Ehl-i Kitabı istisnâ etmiştir?
Takvâ sahibi olmak isteyen her mü’mine yakışan şey; nefsine cazip gelen fetva peşinde koşmak değil, şüpheli şeylerden sakınmaktır!
Usûlen şunu da ifade etmeden geçmeyelim; Ehl-i Kitap dışındaki gayri müslimlerin kestiklerinin yenmesinin câiz olmaması yada haram olması meselesi, ictihâdî bir konudur. Bu haram, Allah’ın haram kıldıkları gibi kat’î bir haram değildir. Hakkında kesin bir delil olmayan bir meselede, müctehidlerin zannî delillerden hareketle fetva vermeleridir. Müslümanların, bu türden sakındırıcı fetvaları dikkate alıp ihtiyata göre hareket ederek, farklı fetvalar bulunsa dahi, şüpheli şeylerden korunmak ve bilmeden harama düşmemek adına, takvâ yolunu seçmeleri gerekir. Ancak şu kadar var ki, bu türden meselelerin hükmünü inkâr eden kâfir olmaz. Çünkü hükmü açık ve kesin bir delile dayanmamaktadır. Bize düşen; bu tür meselelerde, cumhur-u ulemâyı dikkate alarak, şüpheli olarak değerlendirilebilecek bu tür durumlardan sakınmamızdır.
Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Helâl bellidir, haram da bellidir. İkisi arasında (helal mi, haram mı belli olmayan) şüpheli şeyler vardır ki, insanların çoğu bunları bilmezler. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa, ırzını da, dinini de korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere dalarsa, koruluk etrafında davarlarını otlatan bir çoban gibi, çok sürmez içerisine dalabilir.” *
“Kimlerin kestiğinin yeneceği, kimlerin kestiğinin de yenemeyeceği meselesini” karıştıranların yanlış yorumladığı bir ayet ile konumuzu noktalayalım. Allah Sübhânehu ve Teâlâ, bu konunun ilmi olmayan pek çok kimselerce, kendi hevâ ve hevesleri istikametinde çarpıtıldığını ve insanların çoğunun saptırıldığını bildirmektedir. Bu insanların iki temel sıfatı zikrediliyor: İlim sahibi olmamak ve arzularına uymak.
Âlemlerin Rabbi şöyle buyuruyor:
“Üzerine Allah’ın adı anılanlardan yememenize sebep nedir? Halbuki O, size –kaçınılmaz olarak kendisine muhtaç olduklarınızı istisnâ kılarak- neleri haram kıldığını ayrı ayrı açıklamıştır. Gerçekten bir çok kimseler, bilgisizce hevâlarıyla (halkı) saptırıyorlar. Şüphesiz Rabbin haddi aşanları çok iyi bilendir.” *
Bu ayetin ilk cümlesine, “size ne oluyor da, üzerine Allah’ın adı anılanlardan yemiyorsunuz?” anlamı da verilebilir. Ancak yukarıda bizim tercih ettiğimiz meal, metne daha sadık bir anlamdır. Bu ayette haram kılınan şeylerin tafsilatının hangi ayette geçtiği ulema arasında incelenmiş ve bazıları Mâide: 3. Ayet olduğunu söylemişlerdir. Oysa Mâide Sûresi, Medine’de inen son sûre olduğu için, cumhur-u müfessirîn, bu açıklama şeklinde işkâl olduğunu belirtmişlerdir. En’âm: 119’da geçen “neleri haram kıldığını ayrı ayrı açıkladı (tafsil etti)” ifade de gösteriyor ki, Rabbimiz tarafından, haramların tafsilatının daha önce açıklanmış olması gerekir. Bu nedenle mezkur ayetin tafsilini veren ayet, En’âm: 145 olmalıdır. Mâide: 3 de daha sonra bu meseleyi te’kid etmek üzere gelmiştir.
Ancak tüm bu bilgilere rağmen bazı alimler, Allah’ın, Mushaf’ın tertibinde, Mâide Sûresinin, En’âm Sûresinden önce geleceğini bildiği için, En’âm: 119’daki zamirin, Mâide: 3’deki ayete râci olması yerindedir demişlerdir. Her ne kadar Mâide Sûresi, nüzûl bakımından sonra olsa da, tertip bakımından öncedir. Yani tertip sırasına göre Kur’an’da, Mâide: 3’de haram olanların ayrıntısı verildikten sonra, En’âm: 119’da da “Allah size, neleri haram kıldığını açıklayıp bildirmiştir” buyurulmuş oluyor. Ayrıca haramların detayı Mekke’de inen En’âm: 145 ile Nahl: 115. Ayetlerde de açıklanmıştır.
Bu ayetten anlaşılan şey; gerek Müslümanların ve gerekse müşriklerin, üzerine Allah’ın adı anılarak kesilmiş olan hayvanlardan yemedikleri değildir. Bu ayetten anlaşılması gereken; Allah’ın adı zikredilmeden veya putlar adına kesilen hayvanların yada ölü hayvanların etlerinin yenmemesi gerektiğidir. Bu ayetten, dini ne olursa olsun, her kim besmele çekerek hayvan keserse, kestiği hayvanın eti helâl olur şeklinde bir sonuç çıkarılamaz. Yukarıda açıkladığımız gibi, hayvan boğazlayan kişinin dini önemlidir. Bu ayet, kitap ehli, besmele çekerek hayvan kestiyse, o etlerden yenebileceğini gösterir. Müşrikler, hayvan keserken genelde Allah’ın adını anmazlar; ilahlarının yada putlarının adına keserler. Onların koydukları bu hükme karşı Yüce Allah, kendi hükmünü açıklamaktadır.
Ayrıca alimlerin çoğuna göre, mecûsilerin kestikleri de yenmez. Bu konuda Peygamberimiz:
“Mecûsilere, Ehl-i Kitaba davrandığınız gibi davranın. Fakat kadınlarıyla evlenmeyin, kestiklerini yemeyin” * buyurmuştur.
Ehl-i Kitap dışında kalan diğer din ve ideoloji sahipleri de, kestiklerinin yenmemesi ve kadınlarıyla evlenilmemesi bakımından mecûsiler gibidir. Görüldüğü gibi Peygamberimiz, kestikleri yenebilecek kişiler olarak, bu Hadis-i Şerifinde de Ehl-i Kitabı zikretmiştir.
Bu konu, her İslâmî mesele gibi, çok detaylı yönleri olan bir meseledir. Ve ilim ehlinin malumudur. İlmi olmayanlar da, ehline danışarak yada araştırıp öğrenerek ihtiyaçları olan bilgilere ulaşabilirler. Fakat her araştırmada, Allah’ın kullarına takvâyı tavsiye ederiz.
İslâmî pek çok mesele, -ne kadar girift gözükse de- herkesin aklının alabileceği şekilde çözülebilir aslında. Şöyle ki: Allah ve Rasûlü bir şeyi emretti veya tavsiye ettiyse yapmak; Allah ve Rasûlü bir şeyden yasakladı veya sakındırdıysa, farza-vacibe, harama, mekruha bakmaksızın, tam bir teslimiyetle “âmennâ” demek, takvâ yoludur. Sahabe aynen böyle idi. Vacip’ten, Sünnet’ten, Müstehab’dan sakınmak için, mekruhları ve şüpheli işleri yapmak için asla fetvâ peşinde koşmazlardı.
Müşriklerin kestiği helâl mi haram mı, bir türlü çözememiş, -müctehid seviyesinde olmayan- bir Müslüman, bu meseleyi şüpheli işlerden saysa dahi hemen, uzak durması gerekir! Sigara içmek haram mıdır, mekruh mudur, ilim ehli olmadığı için bu konuyu tam olarak algılayamamış bir kimse, en azından bu meseleyi şüpheli kabul edip sigarayı terk etmesi makul olan davranış şekli değil midir? Ama maalesef ki, günümüzün Müslümanlık anlayışlarında, bir mesele zann-ı gâlip ile aşikâr olsa dahi, birkaç farklı ictihadı öne sürüp “şöyle diyenler de var” diyerek, mekruhâta ve şubuhât’a devam edilmektedir!
Bu konuyu özlü bir söz ile bitirelim:
Takvâ’ya talip olanların yolu, şüpheli şeylerden sakınmaktır.
Nefsinin ve midesinin derdine düşenlerin işi ise, zayıf bir fetvâ bulsa ona sığınmaktır!
Rabbimiz, haram lokmadan, şüpheli gıdalardan; o haram ve şüpheli gıdaların maneviyat dünyamızda meydana getireceği yıkımlardan bizi korusun! Amin.