ÖMER NESEFÎ AKÂİDİ TERCÜME VE ŞERHİ – 3
İmam Nesefî rahımehullâh’ın Metnu’l-Akâidini esas aldığımız bu üçüncü dersimizde; Sofestâiyye, safsata, felsefe, filozof, sûfî ve tasavvuf kelimelerinin anlam ve kökeni, aklın tanımı, delâleti zannî ve müteşâbih Nakillerde aklın nakle takdîmi, sağlıklı bir akıl ile sahîh bir naklin birbirine zıt olmayacağı meselelerini ele almaktayız… Ayrıca Allah’ın zâtî ve subûtî sıfatları işlenmektedir. Hayırlara vesile olmasını dileriz.
DERSTE İŞLENEN KONULARA AİT METİN VE TERCÜMELER
10 – ALLAH’IN SUBUTÎ SIFATLARI |
وَالْمُحْدِثُ لِلْعَالَمِ، هُوَ اللَّهُ تَعَالَى الْوَاحِدُ الْقَدِيمُ الْحَيُّ الْقَادِرُ الْعَلِيمُ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ الشَّائِي الْمُرِيدُ، لَيْسَ بِعَرَضٍ، وَلَا جِسْمٍ، وَلَا جَوْهَرٍ، وَلَا مُصَوَّرٍ، وَلَا مَحْدُودٍ، وَلَا مَعْدُودٍ، وَلَا مُتَبَعِّضٍ، وَلَا مُتَجَزِّئٍ، وَلَا مُتَرَكِّبٍ، وَلَا مُتَنَاهٍ، وَلَا يُوصَفُ بِالْمَاهِيَّةِ، وَلَا بِالْكَيْفِيَّةِ، وَلَا يَتَمَكَّنُ فِي مَكَانٍ، وَلَا يجري عَلَيْهِ زَمَانٌ، وَلَا يُشْبِهُهُ شَىْءٌ، وَلَا يَخْرُجُ مِنْ عِلْمِهِ وَقُدْرَتِهِ شَىْءٌ. |
Âlemi sonradan meydana getiren (yaratan, icâd eden) Allah Teâlâ’dır. O (Allah) birdir, Kadîm (ezeli)dir, Hayy (diri)dir, Kâdir (kudret sahibi)dir, Alîm (bilen)dir, Semî’ (işiten)dir, Basîr (gören)dir, Şâî (dileyen)dir, Mürîd (irâde eden)dir. O araz, cisim, cevher değildir. O Musavver (şekil sahibi, şekillendirilmiş), mahdûd (sınırlı, sınırlandırılmış), ma’dûd (sayılabilir), müteba’iz (bölünebilir), mütecezzi’ (parçalanabilir), müterakkib (birleşik), mütenâhî (sonlu, son bulan, biten) değildir. O, (cisimlerde olduğu gibi) mâhiyetle (nicelikle) ve keyfiyetle (nasıllıkla) vasıflanmaz. Herhangi bir mekânda temekkün etmez (yerleşmez, mekân tutmaz. Yani Allah bir mekânda değildir). Üzerine zaman (mefhûmu da) cârî olmaz (Yani Allah hem mekândan hem de zamandan münezzehtir). Hiçbir şey O’na benzemez. O’nun ilminden ve kudretinden hiçbir şey çıkmaz (O’nun ilmi ve kudreti her şeyi kuşatır. O’nun gücünün yetmediği ve bilmediği hiçbir şey olamaz). |
“TASAVVUF” KELİMESİNİN KÖKENİ NEDİR?
Tasavvuf kelimesi, Arapça’da “kaba yünlü kumaş, yün” anlamlarına gelen صُوف “sûf” kelimesinden gelmemektedir. Eğer tasavvuf kelimesi, “sûf” kökünden gelirse, tasavvufun anlamı “yünlendi” olur. Hiçbir Arap otoritesi bu kelimeyi bu şekilde kullanmamıştır. Her ne kadar تَفَعُّل “tefe’ul” bâbında تَشَمَّسَ “güneşlendi” ve تَحَجَّرَ “taşlaştı” türünden fiiller bulunsa da, bunlar istisnâdır. Tasavvuf kelimesi bu istisnâlardan değildir.
Bazı kaynaklarda gömlek giyene تَقَمَّصَ “tegammesa” dendiği gibi, yün giyene de تَصَوَّفَ “tesavvefe” denir ifadeleri geçmektedir. (Sülemî ve Tasavvufî Tefsîri, S: 1). Bu yaklaşım Arapça’da yanlıştır. Zira gömlek bir elbise türüdür ama yün öyle değildir! İnsan gömlek giyip “gömlekli” hale gelebilir ama yün giyip “yünlü” olmaz, yünlenmez! “Yünlenmek” tabiri, koyun vb. memeli hayvanlar hakkında kullanılsa da, insan hakkında kullanımı doğru değildir. Yani: تَصَوَّفَ الْغَنَمُ “Koyun yünlendi” denilse de, تَصَوَّفَ فُلاَنٌ “Falan yünlendi” denmez. “Tesavvefe” fiili sözlükte: صَارَ مِنَ الصّوفِيَّةِ “Sûfiyye’den oldu” anlamında kullanılmaktadır.
Peki, bu kelime etimolojik olarak yani kökeni bakımından nereden gelmektedir?
Tasavvuf konusunda otorite olan Şeyh Ferîd Aydın’ın da belirttiği gibi, tasavvuf kelimesi; Yunanca “teozofi/theosophy” kelimesinden gelmektedir. Araplar “Tanrıbilim” anlamına gelen bu kelimeye “tasavvuf” demişlerdir. Tıpkı “Philosophy” kelimesine “felsefe” dedikleri gibi. Tasavvuf (theosophia) ve felsefe (philosophia) kavramları; “hikmet, bilgelik” anlamına gelen Yunanca “sophia” kelimesi ile diğer kelimeler (theo ve philo) arasında oluşturulmuş terkiplerdir.
Sûfî kelimesi ise, İslâm’ın ilk üç asrında meşhûr değildi. Bu kelimenin kullanımı bu dönemden sonra başlamıştır. Tarihte, tasavvuf kelimesinin kökünün ne olduğu hususunda pek çok sözler söylendiği gibi, sûf kelimesinin nereden geldiği hakkında da farklı iddialar ortaya atılmıştır.
Bazı kimseler, bu kelimenin أهْلُ الصُّفَّة “ehl-i suffa”ya nispet edildiğini söylemiş olsalar da; bu yanlıştır. Çünkü öyle olsaydı, صُوفى “sûfî” değil, صُفِّى “suffî” denmesi gerekirdi. Kimisi de, Allah’ın huzurunda saff-ı mukaddem (ilk saf)’a nispet edildiğini söylemiştir. Bu da yanlıştır; çünkü bu durumda kelimenin صَفِّيٌّ “saffî” olması gerekirdi. Sûfî kelimesinin hangi kelimeye dayandığı hakkındaki iddiaların çoğu, Arapça bakımından nispet yâ’sı ile ifade edilişleri yönüyle de yanlıştır.
Sûfî kelimesi; her ne kadar teknik olarak “sûf/yün” kökünden gelebilirse de, tasavvuf ve felsefe kelimelerinde olduğu gibi, Yunanca “sophia” kelimesin-den gelmektedir.
(Kaynak: Putperest Çağlarda Müslüman Olmak, Yusuf Semmak)
Ömer Nesefî Akâidi Tercüme ve Şerhi – 1 Ömer Nesefî Akâidi Tercüme ve Şerhi – 2 Ömer Nesefî Akâidi Tercüme ve Şerhi – 4